"Bozuk aşkın meyvesi, çürük çıktı anne..."
Üç gün önce; saat 04.25
Yaşanılanların hemen ardından is lekesi gibi üzerlerimize sinen her şey kendi izini her yere kararlı bir karaltıyla kazımıştı. Olayı duyar duymaz, Fransa'dan apar topar Türkiye'ye gelen annem ve sevgilisi Chloe, tam bir gün içerisinde buraya gelmişlerdi... Korkunçtu. Niye bu kadar hızlıydı? Kim bilir bana nasıl da güzel kızmıştı?.. Annem... Bana neler diyecekti, ne gibi sözler sarf edecek, ileriye dönük planları arasında neleri neleri mahvettiğimi hangi tondan okuyacaktı? Ne yapacaktı? Nasıl bakacaktı? Tepkileri, mimikleri... Nasıl görecektim onu? Peki ya o, onun gözü beni görecek miydi bunca şeyin içerisinde?
Scott'tan, gecenin bir yarısı gelen, "Anneniz, sizi kulüpte bekliyor, Cassie Hanım." Çağrısı aldığımda yatağa girdiğim andan beri izlediğim boş tavanı izlemeyi, kaygıyla kırışan kağıttan göğsümün buruşukluklarını titreyen parmaklarımla düzeltmeleri denemeyi bırakıp yataktan dışarı çıkmıştım.
İçimi kaplayan kaygı, her saniye daha da fazla büyürken kendimi soğuk banyayo atmıştım. Ellerimi soğuk mermerin üzerine yerleştirirken dün yaşanılan izdiham, mekan çıkışı gelen polisler, onlara verdiğim daha doğrusu vermeye çalıştığım ifadeler ama bunu da becerememem ve bununla da Scott'un ilgilenmesi, annemin sesini duyduğum kısa telefon görüşmesi -ki onun sesi, dün gecenin en korkunç şeyiydi- bir yandan da Scott'un olayları çözerken ki bıkmış suratsızlığı, isteğim gerçekleşmiş gibi her yerin ciddi manâda kızıla boyanması, Mary ve Yasemin'in olaylardan bağımsız bir halde benimle ilgilenmeye çalışmaları ve mahzenden çıkar çıkmaz mahşer alanına dönmüş mekanı; insanlar -şeytanlar- olmadan görmem... Hepsi kendi içinde cehennemin kızıllığını yansıtıyor, her yerin dış veya iç cephesi insanların pis uvuzlarından oluşuyordu. Cehenneme layık olan herkes, o gün orada nefes alıyorlar, izdihamın içerisinde kayboluyorlardı. Herkes, oradaydı.
Ellerimi, mermer lavabo tezgahına bastırmaya devam ederken aynadaki yansımama baktım. Göz altlarımda Mary'nin evi terk edişinden kalma bir çöküklük zaten varken, üzerine bu olayın da baskısı olsun istercesine göz altlarım daha da morarmıştı. Kemikli yüzüm solmuş, sararmıştı.
Dudaklarım her zamanki gibi çatlaktı. Kuruydu, mordu, soğuktu.
Küt saçlarım, ciddi manada uzamaya başlamıştı. En kısa sürede saçlarımı kesmem lazımdı. Acı kahve gözler, çoğu zaman da olduğu gibi iyimser değildi, kan çanağına dönmüştü.Köşede duran saç fırçasını elime alırken hızla saçlarımı taramaya başladım. Berbat gözükmek istemiyordum. Berbat hissedebilirdim ama berbat görünmek... Her şeyi daha da berbatlaştırmaya yeterdi. Annem bu halimden hiç hoşnut olmazdı. Anne, seni berbat görmeyi değil, çirkin görmeyi sevmezdi. Kız çocuğu omuz silkti, genç kız ise... O hiçbir söz edemedi.
Saçlarımı yolarcasına saçlarımı taradıktan sonra hızla banyodan çıktım. Yatak odasına girer girmez ışığı açtım makyaj masasının karşısına oturdum. Elime ne geçerse yüzüme sürmeye başladım. Büyük far paletlerini oradan oraya alıp koyarken, çekmecedeki rujları hızlıca karıştırırken, fırçaları masaya kibar olamayacak biçimde fırlatırken çıkardığım gürültüye uyanan Mary, "Bücür? Gece gece, ne yapıyorsun?" Sorusunu sormuştu.
Ne yapıyorum ben?
"Makyaj," dedim aceleyle. Daha üzerime Chloe'nin seçtiği kıyafetlerde seçmem ve oldukça da hızlı olmam lazımdı. Göz altlarımı büyük bir çabayla kapadım. Elimdeki fırçayı allık ile kapladıktan sonra fırçayı yanaklarıma değdirmeye başladım. Aynadaki yansıma git gide canlanıyordu, fakat içi? İçi çürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZELLİĞİN KORKUTMADI (gxg)
Dla nastolatkówKırmızı... Sen nasıl hissedersen hisset, sana nasıl hissettirirlerse hissettirsinler sen kırmızısın. Seni dinliyor olacağım. Görüyor, anlıyor, biliyor ve hissediyor olacağım. Olacağım Kırmızı, yanında olacağım. Korkuyorsun biliyorum, korkuyorum bili...