Yine yaşıyorum o sessizliği.. Bu sefer daha derinden.. Vücudum, sıcaklığı hissetmiş olacak ki, kendi kendini yönlendirip bir cesede sırnaşmıştı. Bir cesede sarılmış haldeydim. İrkilerek ayağa fırladığımda, ölünün yirmili yaşlarında gösteren bir kadına ait olduğunu gördüm. Zavallı kızcağızın başına ne kötü şeyler gelmiş olsa gerek. Ona acımayı bırakmıştım. Çünkü öz varlığım da onunla aynı tehlikede olabilirdi. Aynı durumda olan kişilerin, birbirine acıması kadar zavallı bir çaresizlik var mıdır hayatta?
Bu kez son olanları hatırlamakta zorlanmadım. Ama ondan öncesine dair, ne olduğu hakkında en ufak bir fikir sahibi değildim hâlâ. Buraya nasıl gelmiş, ya da getirilmiştim? Bu odada neler yaşanmış, nasıl böyle bir vahşet olmuştu? Bu sorulara verebilecek bir cevabım yoktu hafızamda.
Bayılmamdan bu yana ne kadar zaman geçtiğini anlamaya çalışıyordum. Odada, zamanı anlamama yarayacak hiçbir şey yoktu. Tepemdeki ışık yanmaya devam ediyor, cesetler boylu boyunca uzanıyordu. Bir de şu duvardaki yazı tekrar dikkatimi çekmişti.
"100 gün dayan, ya da intihar et."
Bu yazı bana apaçık emrediyordu. Beni bu odaya kapatanlar, net bir şekilde yüz gün boyunca bu odada yaşam savaşı vermemi, ya da idam sandalyesine çıkıp kendimi asarak intihar etmemi istiyorlardı. İkisini de reddetmek gibi bir seçeneğim olamaz mıydı? İnsanı böyle bir tercihe zorlamak hangi ahlak yasasında vardır? Merhamet sahibi kişiler, bunun şakasını bile yapmayacak kadar düşüncelidirler. Beni neyle sınıyor bu insanlar? Burada, günlerin geçtiğini nasıl anlayacağım ben? Bu ne biçim bir işkencedir! Bir insanın sabrını sınamak, ona vurulacak en ağır tekme değil midir?
Dizlerimin üzerine çöküp karamsarlıkla, yerde yatanlara baktım. Demek ki bunların başına gelenler benim de başıma gelecekti. Sonum bu insanlar gibi olacaktı. Gözlerimi iri yarı adama diktim. Burada bir kıyım olsaydı, şu anda yaşayan ben değil, o olurdu. Gözlerimi yavaş yavaş diğer cesetlere çevirdim. İri yarı adam gibi, cesetleri parçalanmış olan diğer iki kişi de pek güçsüzmüş gibi durmuyorlardı. İnsan, ölüm korkusuyla her ne kadar ilahi bir güce ulaşsa da, böylesine dev adamları da mağlup edemezdi herhalde. Hele ben, bunları alt edebilecek güce hiç sahip değildim. Acaba buradaki herkes teker teker mi getirilmişti? Böylesi daha mantıklı olurdu. Ölene kadar burada yaşamışlar, ölünce de yerlerine yeni mahkumlar mı getirilmişti? Ben, onuncu mahkum muydum? Ben bir mahkum muyum ki? Burada mahkum olarak işkence çekmek için ne gibi bir suç işlemiştim? Aklım almıyordu. Burada olmamın sebebi neydi? Burada yaşadıklarım hangi günahımın kefareti olabilir?
Hiçbir şey hatırlayamadığıma göre hafızam silinmiş olmalıydı. Bu mümkün olabilir miydi? O zaman nasıl olur da şu an mantıklı cümleler kurabiliyordum? Pekala konuşmayı falan da unutabilirdim ama bunun olmadığını görüyorum. Ama bir dakika, o da ne!
Hiçbir şey hatırlamıyorum. Evet, hem de hiçbir şey! Kim olduğumu, ne yaptığımı, nerede yaşadığımı... Kısacası, hayatımla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum. Acaba şu an nasıl görünüyorum? Büyük ihtimalle, birisi şu anda bana baksaydı; görebileceği tek şey, dizlerinin üstüne oturmuş çırılçıplak bir aptal olurdu. Daha nasıl göründüğümü bile hatırlamıyorum.
Hışımla ayağa fırlayıp, odada bir ayna bulabilme umuduyla etrafıma baktım. Hayal kırıklığına uğramam çok geç olmadı. Odadaki her şey, en son bıraktığım halde duruyordu. Bu demek oluyor ki, beni bu odaya kilitleyenler bir daha buraya uğramamıştı. Ama nasıl olur da bu odanın bir kapısı olmazdı? Belki de gizli bir geçidi vardır. Ellerimle dört duvarı da yoklamaya başladım ama hayallerim suya düşmüştü. Kapısı olmayan dört duvarlı bir cehennemdeydim. Cehennem böyle bir yer olmalıydı. Kim demiş cehennemin sıcak olduğunu? Olsa olsa böyle buz gibi ölüm kokan bir yerdir orası. Ölüm değil midir; cennetle, cehennemin anahtarı? Muhtemeldir ki Tanrı; sürekli başından savuşturacaktır bizleri, elimize verip bu oyuncağı. Kim bilir, belki de ölmüşümdür ve cehennemde ızdırap çekiyorumdur. Bu çok olasıydı. Gökten zembille inmedim ya buraya. Her şeyin en mantıklı açıklaması buydu; cevabını veremediğimiz sorulara mucize gözüyle bakmak.
Bu yazı ne demek oluyordu o zaman? Yüz gün dayanırsam buradan kurtulabilir miyim yani? Tanrı neden böyle bir şey yapsın ki? Hem kurtulup kurtulmayacağımı da yazmamış. Tanrı, bana verdiği görevin mükafatından bahsetmemiş. O zaman nasıl olur da ona inanıp, benden istediği şeyi yerine getirecektim? Bundan başka da yolum yok gibiydi. Korkularımı giderecek ilahi bir güce inanmak, cesaretimi arttıracaktı şüphesiz. Belki Tanrı, yüz gün dayandıktan sonra beni cennetine alacaktır. Tanrı, benim acı çekmemek için intihar edip etmeyeceğimi öğrenmek istiyor olmalıydı. Çünkü başka bir anlamı olamazdı böyle bir yazının.
İçinde bulunduğum durumu kavramış olduğum düşüncesiyle, yerdeki cesetlere doğru döndüm yüzümü. Hararetli bir şekilde bağırdım onlara:
"Sizi aptallar! Hiçbiriniz anlamadınız değil mi? Tanrı bizi sınava sokuyor ve siz de aptal gibi intihar ediyorsunuz! Hepinizin sonu cehennem olacak. Ben, size uymayıp intihar etmeyeceğim ve cennete gideceğim. Ya siz ne olacaksınız? Koyun sürüsünden farkı olmayan sizler ne olacaksınız? Cayır cayır yanacaksınız ve inanın ki bu benim hiç umurumda olmayacak. Hepiniz sıradan ve aptal insanlarsınız! Gerçekleri göremeyecek kadar körsünüz!"
Onların intihar etmiş olabileceği fikrine, bazılarının boynunda belli olan ip izlerinden kapılmıştım. Bu odadaki bütün gizemi çözdüğümü sandığımdan dolayı büyük bir sevinç kaplamıştı içimi. Yüzümü, neşeyle idam sandalyesine doğru döndüm. Ona, alaycı bir tavırla bakarak yanına yanaştım. Elime geçirdiğim gibi duvara vurarak parçaladım. Tanrının, bu hareketimden dolayı beni ödüllendireceğini sanmıştım. Onu kandırmak gibi bir amacım yoktu, zira bu saçmalığa inanacak kadar ahmak olabilmeyi başarmıştım. Çünkü böyle davranarak bir şeyi unuttuğumu ancak fark edebilmiştim.
Yerdeki tahta parçaları, az önce kırdığım sandalyenin parçaları ile birebir aynıydı. Bu, benden önceki bazı insanların da bu yola başvurduğu anlamına geliyordu. Görünen o ki, hiçbiri ödüllendirilmemişti. Acaba bu sandalyeyi parçalayarak aptallık mı yapmıştım? Artık intihar etmek istesem de sandalye olmadan bunu başarabilmem imkansızdı. Çünkü tavana asılı olan ip, ulaşamayacağım bir yükseklikteydi. Bu odadan tek kurtuluş yolunu mahvettiğimi o an anlayamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ODA
Mystery / ThrillerSessizlik... Koyu bir sessizlik. İnsan kulağının algıladığı bu frekansların renkler gibi tonu olur mu bilmem ama o anlarda duyumsayabildiğim şeyleri ancak böyle tarif edebilirim. Koyu, derin bir sessizlik. Kitap kapak tasarımı: @Servi_Akyildiz