Kaçmak için sayısız denemelerim oldu. Bunlardan bahsedecek olursam; acıdan kıvranana kadar duvarı yumruklamalarım, 'kolumun girebildiği kadar' tuvaletimizi yaptığımız deliği yoklamalarım ve akla en mantıklı gelen 'cesetleri üst üste yığıp' odanın tavanına ulaşmaya çalışmalarım. Her defasında, dengeyi kaybeden cesetlerle yere kapaklanmam bir oluyordu. Kadının gelmesinden sonra bu yöntemi yine deneyip başarısız olmuştuk. Hatırlayacağınız üzere, kadın geldikten sonra tavana asılan idam ipiyle bu işi daha kolayca halletmiştik. Kadını belinden kavrayıp havaya kaldırmış, onun ipe tutunmasını sağlayarak; tavanda, buradan çıkış yolumuz ile ilgili bir şey bulabilmesi umuduyla her tarafı yoklatmıştım. Bütün bu uğraşlarımız bir sonuç vermemişti. Odanın tavanı da dümdüz betondan farklı değildi. Bu odaya ne türlü tıkıldığımızı bile öğrenememiştik. Bizi arada bir gözetleyen gözün baktığı deliği de kontrol etmiş, simsiyah bir karanlığın tam zıttı denecek beyazlıktan başka bir şey görememiştik. İçinde bulunduğumuz duruma ne kadar aykırı değil mi?
Burada bulunmanın ruhumuzda açtığı derin çukur, karamsarlığımızla dolup taşıyordu. Yaşamaya dair hiçbir ümidimiz yoktu. Hayata iyi yönünden bakabileceğimiz bir teselli yoktu. İnsana böyle bir ortamda bile, varlığından dolayı şükrettirecek, güzel bir kadından başka bir bir şey yoktu. Adını bile bilmediğim bu güzel kadın dışında hiçbir şey. Bu hiçlik yüzünden zamanla inancımı da kaybettim ama korkum azalmadı. Çünkü Tanrı olsa da, olmasa da sonumuz pek hayırlı değil.
Kim bilir? Belki günlerdir, belki saatlerdir, belki de sadece birkaç dakikadır kollarımı bağlamış oturuyordum. Oturuyordum, kalkıyordum, biraz odayı arşınladıktan sonra tekrar oturuyordum. Artık düşünecek bir şey kalmamıştı neredeyse. Kadın için de aksini iddia etmezdim. Saatlerce sürdüğüne inandığım o keyifli sohbetlerimizin yerini; sessizce gözlerimizi bir noktaya odaklayıp, oraya uzun bir süre boyunca boş boş bakmak aldı. İkimiz de birlikte yalnızlaşıyorduk. Ne tuhaf değil mi? Buradan önceki hayatımda büyüklerimin 'yalnızlık paylaşılmaz' dediklerini anımsıyorum.
Size düşüncelerimi aktarmak iyice sıkıcı bir hal almaya başladı. Artık iradesizliğimle savaşamayacak iradesizlikteyim. Odada anlatmaya değer herhangi bir olay yaşanmadığı için, sürekli aklımdan geçenleri okuyorum. Halbuki benim ne düşündüğüm kimin umrunda olur ki? Kendime bundan daha iyi bir meşgale bulamadığımdan, sürekli kafamı bu tür saçmalıklarla meşgul ediyorum. Bana göre her şey saçmalık zaten. Bizler olmasaydık ne eksilirdi bu gezegenden? Gördünüz ya işte! Bizler de gereksiziz. Bu anlattıklarım da gereksiz. Niçin bu kadar çabalıyorsunuz aklımı kurcalayan bu konuları öğrenmek adına? Çok mu merak ediyorsunuz zihnimden neler geçtiğini? Başka işiniz yok mu? Bana soracak olursanız, benim yapacak başka işim olmadığı için düşünüyorum bu zırvalıkları. Ama siz öyle misiniz? Yoksa sizi de mi benim gibi bir odaya kilitlediler ve yapacak başka bir şey bulamıyorsunuz?
Ah ah! Neler dönüyor şu kafatasımın içinde bir bilsem. Keşke bir balık kadar aptal olsaydım. İkide bir o duvardan bu duvara yürür; hafızam silindikçe sanki ilk defa buraya gelmişcesine aptal merakına düşerdim, burasının neresi olduğu konusunda. Ya da ufacık bir böceğe dönüşebilseydim keşke. Bir sabah uyandığımda kendimi devasa bir odada bulurdum. Burası benim için bir oda olmaktan ziyade kocaman bir gezegen olurdu. Her tarafını büyük bir ilgiyle gezdikten sonra; içi bok dolu havuzda boğulma riskine rağmen, tuvaletimizi yaptığımız o deliğe doğru yolculuğa çıkardım, diğer gezegenleri de görebilmek adına.
Ne saçma şeyler düşünüyorum böyle! Hepsinin sebebi şu iki avucumun arasındaki et yığılı tokmak! Şu kemik leğenini paramparça etmek istiyorum. Neokorteksi söküp alabilirsem rahatlayabilirim. Ya da bütünüyle iki avucumun arasına alıp, siz yaşayan cesetlerin ortasına bıraksam ne de iyi olur. Alın! İçinden ne almak istiyorsanız alın! Manuslarınızı bu vıcık serebruma daldırmaktan çekinmeyin. Bir daha da beni uğraştırmayın! Vücut yorgunluğunun yıllar süren etkisini bilincimden söküp atmak istiyorum artık. Deneyimlerle gelen bulantılara son vermek istiyorum. Bu et çuvalındaki her atom parçasına hükmeden, hatta onu bile beceremeyen yaşam hali son bulana kadar yatıp dinlenmek istiyorum. Hem de hiçbir şey yapma zorunluluğum olmasın istiyorum. Bana sürekli ne yapmam gerektiğini söyleyen üç kilo etin derdi yetmezmiş gibi; var olma meraklılığı gösteren ilahi ruhumu da, ayaklı iskeleden çekip çıkarana kadar bana zaman tanıyın. Sizden ricam artık beni rahat bırakın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ODA
Mystery / ThrillerSessizlik... Koyu bir sessizlik. İnsan kulağının algıladığı bu frekansların renkler gibi tonu olur mu bilmem ama o anlarda duyumsayabildiğim şeyleri ancak böyle tarif edebilirim. Koyu, derin bir sessizlik. Kitap kapak tasarımı: @Servi_Akyildiz