İyilik yaptığım zamanlar nasıl hissettiğimi düşünmeye başladım. Buradayken pek iyilik yapma fırsatım olmuyor. Hiçbir şey yapamadığım gibi, iyilik veya kötülük diye nitelendirebileceğim eylemlerde de bulunmuyordum. Hem iyilik yapma fırsatım olsaydı da yapar mıydım bilmiyorum. İnsanın bütün davranışları egosunu tatmin etmek için değil midir? Yaptığım iyiliği kimseye gösteremedikten sonra bunun bana ne faydası olacaktı? Bir canlıya yararım dokunuyorsa ona karşı iyi davranmış olurdum. Şu anda odada benden başka yaşayan bir hayvan göremiyorum. O yüzden kendisine yardımcı olabileceğim bir varlık yok ortada. Dolayısıyla hiçbir şekilde iyiliği veya kötülüğü doğuramam. Kendime iyi bakarsam iyilik yapmış olmam. Bu olağan karşılanması gereken bir durumdur. Fakat rutinimin dışına çıkıp, kendime zarar verirsem kötülük mü yapmış olacağım? Bunun böyle isimlendirilmesine kim karar verecek? Faydanın ve zararın çoğunluğu etkilemesine mi bakılır, yoksa bireyleri mi? Her birey kendi hazları için iyilik veya kötülük yapmaya karar verecektir. O halde onları suçlu veya masum olarak yargılayan adalet terazisi, kendi değerlerini ön plana çıkarma arzusunu barındırmaz mı içinde? Hukukun işleyiş yapısını oluşturanlar, dönen çarkları kendi vidalarıyla sıkmamışlar mıdır?
Düşünüyorum da; kendimi, içinde yaşadığım bu sürekliliği fark edemediğim bir anı yakalayabilir miyim? Dengesizlik yalnız kaldığım zamandan beri etkisini arttırarak beni takip ediyor. Gece ile gündüzün ardalanması gibi düzenli bir döngü oluşturmuş durumda. Arada hiçlik oluşmuyor uykularım dışında. Mutlak özgürlüğü her insan gibi ancak gözlerimi kapattığımda yaşayabiliyorum. Gözlerimi açıncaya kadar yapabileceklerimin kısıtlı olmasının sebebi; bilincimin de benim gibi uykuda olmasına rağmen yapmama davranışı, benim isteğim doğrultusunda gerçekleşen eylemlerin bütününü kapsıyor. Bedenimin, haberim olmadan yaptığı salınımlar; mahkumiyetime meydan okurcasına yaptığı en güzel isyan hareketidir.
Buradan öncesini hatırlamıyorum. O yüzden yaşam sadece hatırladıklarımdan ibarettir. İçinde olmak istemediğim bir yaşanmışlığın ortasındayım. İnsanların çoğu içinde büyük sıkıntılar yaşayacakları hayata dahil olurlar istemsizce. Bazısı şanslıdır, yaşayabilecekleri en güzel hayata başlar. Ama hepimizin ortak bir yanı vardır. Herkes, bu hayatın ilk dakikalarında ağlar. Fakat benim başlangıcım genelden farklı sayılır. Vücudumu titreten bir üşümeyle, anlamlandıramadığım bir şaşkınlıkla başladı hikayem, bütün hatırlayabildiklerim... Hatırlayamadıklarım şimdinin etkileri olabilir fakat benim bilincimin kabul edebileceği bir hayat vuku bulmamıştır. Bundan öncesiyle ilgilenmiyorum. Ben, burada olduğum kadarıyla benim. Daha öncesinde yaşamış olabileceğim sevinçler, üzüntüler artık anlamsız. Tek bir şeyden eminim. Ben bu odada hayat buldum, bu odada yaşıyorum. Ve ben, burada mutsuzluğun içine doğdum. Ama bu mutsuzluğu körükleyen bir eksiklik olduğunu hissediyorum içimde. Bilemiyorum ne olduğunu. Sanki Tanrı beni yaratırken bilerek yerleştirmemiş o parçayı, benim bulmamı istemiş gibi... Neyi aramam gerektiğini söylememiş hiç.
İçime attığım duygular orman kadar yer kaplamaya başladı. Hissiyatsızlık, damarlarımda dolaşan hastalıklı bir kan grubu oldu. Zehir tüm vücudumu sarmış durumda. Hiçbir şeye tepki vermeksizin yaşar oldum. Buradan önceki hayatımda da böyle biri miydim bilmiyorum. Kim bilir en güzel anları birlikte yaşamayı seven, duygu ve düşüncelerini açığa çıkarmaktan çekinmeyen bir yapıya sahiptim belki de. Ama burada yapmayı planladığım eylemlerin kararsızlığı bütün bedenimi esir almış durumda ve rahat vermez oldu. Kapana kısılmış bir haldeyim ve tuzaklarına düşüp canımdan olacağımı bilsem bile; kıpırdamaksızın, ruhumun bu sancılı et yığınından süzülerek çıkıp kurtulacağı anı beklemeye koyulurdum. Kendimi ikilemler içinde bulamayalı uzun süre oluyor. Artık benim için her şey siyah, karanlık. Bu odanın duvarlarındaki beyaz silüet yalnızca benimle alay etmek için mevcudiyetini koruyor. Odadaki cesetlerden yayılan kıpkırmızı kan gölü, bu kara mizahı yuhalamak için renklerini dört biri yana saçmış durumda. Sürekli olarak tercih yoksunlukları gözlerimin önünde beliriyor ve beni saatlerce oturduğum yerden manasızca tavana bakmaya sürüklüyor. Ne de olsa orada fark ettiğim çerçeve benim durumumun örüntüsünü andırıyor, bilinçaltımın aktardığına göre. İnsan, her şeyden farklı anlamlar çıkarabiliyor. Bu, unutması kolay bir farklılık değil bireyler için. Bizi eşsiz ve özel kılan mükemmelliklerimizden değil midir? Fayda sağlayan herhangi bir uğraş edinebilmek için nelerimi vermezdim önceden. Şimdi ise kurtuluşumu sağlayabilecek herhangi bir yolla karşılaşsam, kalkıp yürümeye üşenirim herhalde. Bu bir vazgeçiş değil, bitkinlik hiç değil; istenilse de istenilmese de kabullenilmiş bir reddediş. Bize en çok zarar veren şeyler, en çok sevmediklerimiz değil midir? Ve en çok sevmediklerimizden vazgeçebilmemiz, en sevdiklerimizden vazgeçebilmemizden daha zordur. İnsan bunu kabullenmek istemeyip inkar etmeye kalkışacaktır fakat bizim yapılarımız, sevgiyle eşdeğer olmaya yanaşamayacaktır hiçbir zaman. Bizler nefret etmeye programlı makineleriz. Her şeyden daha çok nefret edebilmek için eğitiyoruz kendimizi. Yaptığımız fedakarlıklar, nefretimizi zinde tutabilmek adına verilmiş cesur kararlardır. Bu kararları verenler nefretimi kazanmak için beni bu odaya tıktılar. Bütün varlığımı onları yok etmeye adamamı istiyorlar. Kendi öfke denizimin içinde boğulmamı istiyorlar. Bu onların hoşuna gidecektir. Oysa ki bu sevgi değildir, nefrettir. Anlık gelen hasetle, adalet terazisini nasıl dengede tutabilirsiniz ki? Mümkün olan bir şey değildir bu.
Merak ediyorsanız dostlarım yaptım. Evet, bildiğim kadarıyla hayatımda ilk defa bir şeyi başardım. O sandalye parçalarını onardım. Kadını özgürlüğüne uçuran o ipin ilmeğinden, çürümüş cesedini kurtardım. Bedenini benden sonraki gelecek olan diğer mahkumlara armağan ediyorum. Şanslı sayılırlar. Ben de odaya düştüğüm zaman, böylesine güzel bir cesede sahip olmak isterdim. Bütün sevabımla ve günahımla sizlere veda ediyorum. Herhangi bir pişmanlık hissetmiyorum üzerine çıktığım sandalyede, boynuma geçirdiğim o ilmekten sonra. Demek ki bu odada geçirdiğim vakitteki sorgulamalarımdan öğrenebildiğim bir şey yok. Yaptıklarımızdan pişmanlık duyduğumuz kadar öğrenebilmişizdir hayatı. Bu pişmanlığımdan kaynaklı isyan edebileceğim hiçbir şey kalmadı elimde. Tanrı mı? Sanmıyorum. Belki de o hiçbir zaman inanmayı beceremediğim bir varlıktı. Bunun için beni yargılayabilecek herhangi birisi yok. Sizler de yapmazsınız herhalde böyle bir şey. Eğer Tanrı'nın paralı askeri değilseniz, insanların inancını yargılamayı bırakın. Ben Tanrı'nın hoşgörüsünü hiçbir zaman göremedim. Bir din söz verdiği hoşgörüyü sağlayamıyorsa; bu, onun bir Tanrı'dan değil, hatalı bir insandan geldiğine delildir.
Her neyse dostlarım. Gider ayak çenem açıldı. Sanırım artık bu odadaki son saniyelerim. Buradaki diğer cesetlerden de anlaşılacağı üzere; ruhum bu odadan kurtulsa da, bedenim hiçbir zaman kurtulmayı başaramayacak. Kim bilir kimlerin sindirim sisteminde çözünüp gidecek vücut parçalarım. Artık sonum geldi. Tek yapmam gereken ayaklarımın altındaki bu sandalyeyi hiçliğe doğru tekmelemek. Size hep iyilik ve kötülük kavramlarından bahsettim ya. Sanırım bu odadaki ikinci kötülüğümü yapmak üzereyim. İlki tahmin edeceğiniz üzere kadının ölmesine sebep olmaktı. Kendi egom için bunu ne kadar göz ardı etsem de, şu anlarda anlıyorum ki kadın benim yüzümden intihar etti. Ona daha insaflı davranabilseydim, ikimiz de böyle bir karar almak zorunda kalmayabilirdik. Ben başaramadım. Bunun suçluluğunu kabulleniyorum. Cezasını şu an çekmek üzere boynumdaki ilmeği sıklaştırıyorum. Bu suçun cezası bununla yetinecek midir, yoksa arkası gelecek mi göreceğim. Masumiyetimi ve suçluluğumu bu odada bırakarak gidiyorum. Hiçbir insan hayatı boyunca, doğduğu an kadar masum; öldüğü an kadar suçlu olamaz.
Hikayemin başındaki derin sessizlik son buluyor. Yerini ne olduğunu çözemediğim bir şeye bırakıyor. Hiç olmayan bir şeye mi dersiniz? Yavaş yavaş kaybettiğim yetilerim... Kulaklarım işitiyor sadece. O gözün sahibi konuşuyor olmalı. Tanrım bu ümitsiz halimi görmemeli. Sanki bugüne kadar görmemiş miydi? Lanet şey! Ne diyor bu? Acaba kadın mı erkek mi? Aman Tanrı'm hiçbir şey göremiyorum! Her yer karanlık. Durun bir dakika! Duyabiliyorum, evet evet bir şeyler diyor!
"Yeni rekor sahibi. 99 gün yaşadı. Adı ..."
Artık kulaklarım da duymamaya başladı. Ne dersiniz ha, ölüyor muyum sizce? Tanrım hissediyorum. Bu duyduğum şeyler bir hiçlik. Derin bir sessizlik. O tarafı bilmem ama bu tarafta seslerin renkler gibi bir tonu var sanırım. Evet evet kesinlikle olmalı. Yaşadığım şeyler size aktaramayacağım kadar derin. Her şey çok koyu. Bir şey duyamıyorum, işitemiyorum. Kendimi bu hiçliğin kollarına bırakmadan önce duyabildiğim son şeyler şunlardı:
"Suçu neymiş?"
"Bebek katili."
SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ODA
Mystery / ThrillerSessizlik... Koyu bir sessizlik. İnsan kulağının algıladığı bu frekansların renkler gibi tonu olur mu bilmem ama o anlarda duyumsayabildiğim şeyleri ancak böyle tarif edebilirim. Koyu, derin bir sessizlik. Kitap kapak tasarımı: @Servi_Akyildiz