16. Bölüm

17 6 0
                                    

Yaşanması mümkün olmayan mutluluklar tasarlamak küstahça bir hayal midir? Elden kaçırılan sevinçler, güzel anlar bu odada kıymetini yitirirdi. Pişmanlığını yaşayacağım mutsuzluklar yok. Odanın nimetlerinden biri olmalı bu. Böylesi bir odaya hapsolacak kadar şanssızsam, hayatımda da pek çok yakınacağım olay yaşamışımdır herhalde. Duygusal bir insan olduğumu tahmin ediyorum. Aşk konusunda başarısızdım muhakkak. Şu sinek olayında kadınla aramda geçen tartışma da buna delil sayılır. Kadınlar, gönüllerine kabul edeceği erkeğin güçlü olmasını ister. Ben öyle birisi olduğumu düşünmüyorum. Bana böyle hissettiren şeyin ne olduğunu bilmiyorum fakat; odanın dışında karşılaşsaydık, kadınla birlikteliğimiz ne olurdu sorusunun cevabı netleşmeye başladı zihnimde. Muhtemelen beni dostu olarak bile görmezdi. Ayrı dünyaların insanları olurduk ve bu ayrı dünyalar aynı çerçevede buluşmazdı. Demin de belirttiğim gibi, bir pişmanlığım yok. Olur da odanın dışına çıkma mükafatını kazanırsam, hayatla nasıl baş edeceğimi kestiremiyorum. O sırada beni izlemekte olduğunu fark etmediğim kadın;

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu.

Yüzümü ona dönerek anlamsızca baktım. Sanki sorulmaması gereken bir soruymuş gibi, sitem eder halim vardı. Bunu isteyerek yapmadığımı söylemeliyim.

"Hiçbir şey düşünmüyorum. Yalnızca bakınıyordum."

"Gözlerin öyle söylemiyor ama. Düşündüğün zaman sağa sola kayıyorlar. Bunu anlamam zor olmadı."

"Gerçekten öyle mi? Hiç fark etmemişim. Ne yalan söyleyeyim bir şeyler düşünüyordum. Ama gereksiz şeyler bunlar. İnsan beyninin kendine en büyük ihaneti bu değil midir? Bir saniye bile düşünmeden edemiyor."

"Öyle ya, bu gerçekten alışılması gereken bir zorunluluktur. Aklımızla imtihanımız bitmez derler. O bittiği zaman da yaşam son bulur."

Bunu söyledikten sonra çevirdi kafasını ve uyudu, başka bir şey demeden. Haklı olabilirdi söylediklerinde. İmtihan bittiği zaman, yaşam da kendisini çekip götürürdü bedenden. Bu kadar çok şeyi nasıl biliyordu. Bana anlattığı saçma sapan bir hikaye de vardı vakti zamanında. Belki de uyduruyordu bütün bunları. Bir ara sorarım kendisine ama şimdi değil. Çocuk meselesi hakkında da pek konuşmadık. Zaten bende de haberi aldığım andaki heyecan yok. Zaten bu konuyu da dinle bağdaştırdığımda, bu gelişmenin bizim için pek faydalı olmayacağına kanaat getirdim. Tanrı inanışıyla dünyaya çocuk pırtlatmanın pek bir bağlantısı yok. Tanrı'ya inanıyorsunuz ama Tanrı'nın meleklerini birlikte yaşayamayacakları bir toplumla yaşamaya sürüklüyorsunuz. Onları, yaşamaktan memnun kalmayacakları bir ortamda dünyaya getiriyorsunuz. Her gün acı çeken o melekler, çevresinden etkilenip birer şeytana dönüştüklerinde onları azarlıyorsunuz. İşkenceli hayatlarını iyiliğe dönüştürmeleri gerektiğini söylüyorsunuz. O garip egolarınızı beslemeyi ihmal etmiyor, eşi bulunmaz ebeveynler olduğunuzu sanıp böbürleniyorsunuz. O meleklerin beyinlerini yıkıyor, Tanrı'nın sizin düşündüğünüz gibi birisi olduğunu kabullendiriyorsunuz. Tanrı figürünün kesinlikle sizin inandığınız şey olduğunu düşünmüyorum. Şayet sizin inandığınız şey ise, ben o tanrıyı reddediyorum. Sizler kendi tanrınızı yaratmışsınız. Kıskanç ruhlarınız onu kendi istediği gibi yorumluyor. Sizler Tanrı'yı falan da sevmiyorsunuz. İmkanınız olsa onun da canına kıyardınız. Ben Tanrı olsam, size daha fazla tahammül edemez; hepinizi helak ederdim.

Her neyse daha fazla konuşmak gelmiyor içimden. İyice tükendim. Kadının da benden farkı yok artık. Sadece uyuyor, uyuyor ve uyuyordu. Sanırım benim de temiz bir uyku çekmem gerekiyor.

ODAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin