Sizler benim yaşadığım hayatı yaşasaydınız; müzikle uğraşıyorsanız Mozart, edebiyatla uğraşıyorsanız Dostoyevski, resimle uğraşıyorsanız Pablo Picasso olurdunuz. Ben mi? Ben aptalın tekiyim. Ne olacağımı değil, şimdiye kadar ne olduğumu bile bilmiyorum. Bugüne kadar bastırılmış olan duygularımı açığa vurmaktan çekinmiyorum. Fakat bütün hünerim dört duvar arasında alıkonulmuş bir sanatçının fikirleri kadar parlak olsa bile, bir o kadar gözlerden uzak; gerçekliğin mahiyetinde çok bildiği gafletine düşen insan müsveddelerinin görüşlerinin zırvalığını tek tek suratlarına tokat gibi vuracak bir alim değil de; kabiliyetini yitirmiş halde dizlerini döven bir şarlatanın durumuna denk vaziyetteydim. Ben kimim? İnsanoğlunun başlangıçtan beri kendine en çok sorduğu soru budur. Size şimdiye kadar anlattığım her şeyi unutun. Sormuş olduğum soruları da. Siz kimsiniz? Biz insanoğlu neyiz? Nereden geldik ve nereye gidiyoruz?
Sürekli olarak kendimi içinde bulduğum bu anlam arayışları, yalnızlığın bana edindirdiği alışkanlıklardan sadece bir tanesi. Bu alışkanlık, o kadın geldiğinden beridir hâlâ devam ediyor. Sizi, yalnızlığın o derin bataklığından kurtaracak olan; hislerinize en doğru şekilde tercüme olacak o değerli biricik kişidir. Çift yaratılmış olan insanın ömür boyu arayıp da bulamadığı, yeryüzünde kendisini tek kurtarabilecek varlıktır. Demek ki bu kadın o varlık değildi. Bana o bataklıkta, en azından çamurun içinde boğulmamamı sağlayacak ağaç dalını uzattı. Fakat beni kıyıya çekip daha da o pisliğin içinde kalmama izin vermeyecek güce ve kudrete sahip değil. Her ne kadar onun içindeki iyiliği fark etsem de, benim içimdeki yalnızlığı boğup öldürecek; bizlere kötü gözüken o iyilik mevcut değildi kendisinde. Bu odada bana yoldaşlık yaparak, beni yalnızlığın pençesinden kurtarmıştı. Lakin yalnızlığa olan özlemime bir çare bulamamıştı. İşte yalnızlık bir o kadar daha zor oluyordu, yalnız başına yaşanamayınca.
Aklımdan bu tür düşünceler geçerken bir yandan onu seyrediyordum. Hafiften kımıldanmaya başlamıştı. Sanırım beni, kendisini, bu odadakileri, bilincine kazılı olan bilgileri ve özellikle bu odayı bir süreliğine de olsa unutuverdiği; ya da belki de hatırına gelmesine engel olacak bazı olayların vuku bulduğu o uykusu sona ermişti. Yavaş yavaş bedeni ile birlikte zihni de uyanıyor, bütün bu gerçekliğe geri dönüyordu. Elleriyle yerden doğruldu ve uyanık olduğumu görünce bana bakmaya başladı. Artık o klişe soruyu sormuyordu. Her uyandığımızda gözlerimiz önce saate ilişiyordu, sonrasında birbirimize sessiz sedasız bakıyorduk. Kim bilir bu bakışmaların ardında ne gibi düşünceler açığa çıkıyordu. Ama yine de bu düşünceleri belirtmek için -insanoğlunun en az yeme içme kadar ihtiyaç duyduğu- o konuşma faaliyetini yapmaya gerek duymuyorduk. İkimiz de plansız bir şekilde durumun böyle olmasına izin vermiştik.
Sanırım farkında değildim. İkimiz de aynı yalnızlığı tadıyorduk. Her ne kadar benim hissettiğim yalnızlığın sorumlusu oysa, onun yalnızlığının sorumlusu da bendim. Belki artık birbirimizle paylaşacak bir şeyimiz kalmamıştı. Belki de vardı. Fakat bunları birbirimizle paylaşacak kadar değerli görmüyorduk muhatabımızı. Fakat yine de ikimiz de şanslıydık. Çünkü ikimizin de iyisiyle kötüsüyle bir şeyler anlatabileceği bir muhatabı vardı. Zaten insanı derinden yaralayan ne söyledikleridir, ne de söyleyemedikleridir; yanlışıyla doğrusuyla, söyleyeceklerinin bir muhatabı olmamasıdır.
Kadın kaşlarını kaldırdı ve gözleriyle bana işaret yaparak arkamdaki bir şeyi salık vermişti. Bu şey delikten bakan gözden başkası değildi. Biraz bize baktıktan sonra bir kamera gibi odayı gözetlemeye başladı. Hâlâ yerinde durmakta olan idam ipine de uzunca bir süre baktıktan sonra deliği terk etti. Bu nöbetlere alışmıştık aslında. Odadaki duvar saatinden de anladığımız üzere günde iki defa bizi denetlemeye geliyor, her şeyin yerli yerinde olduğunu görünce çekip gidiyordu. Bu nöbetler kadın geldikten sonra sıklaşmıştı. Bunun sebebinin idam ipi olduğunu düşünüyorum. Onun asıllı halde durması şu an için olmasa bile, ileride kullanılabileceği anlamına geliyordu. Böyle bir seçimi yapmak tabii ki de kadının hakkıydı. Ama ondan önce davranırsam, bu kaçıştan benim de faydalanabileceğim anlamına geliyordu. Neyse ki ikimiz için de böyle bir durum söz konusu değildi. En azından şimdilik yaşamayı istiyor ve o delikteki göze istediğini vermemek üzere direniyorduk. Kadın, arkamdan kollarıyla boynuma sarıldı; yanağıma bir öpücük kondurdu ve kulağıma doğru eğilerek fısıldadı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ODA
Mystery / ThrillerSessizlik... Koyu bir sessizlik. İnsan kulağının algıladığı bu frekansların renkler gibi tonu olur mu bilmem ama o anlarda duyumsayabildiğim şeyleri ancak böyle tarif edebilirim. Koyu, derin bir sessizlik. Kitap kapak tasarımı: @Servi_Akyildiz