Jeongin iyi durmuyordu. Kendinde olsa Changbin çocuğu şimdi yaptığı gibi peşinden göl kenarına sürükleyemeyeceğine emindi. Oğlan hızlı hızlı nefesler alıyor, elleri titriyor ve gözlerinde boş bir ifadeyle bakınıyordu. Sanki bedenen buradaydı ancak zihnen, ruhen bambaşka bir yerdeydi.
Suyun yanına geldiklerinde çocuğu yere itti ve karşısına oturup yüzünü avuçları arasına aldı. Jeongin'in gözleri kendisine odaklanmakta zorluk çekiyordu. Yaşlar yanaklarını ıslatmıştı ve burnunu çekip duruyordu.
"Sorun ne Innie?"
"Yine herkesi öldürecekler, geriye bir ben kalacağım. Hepsi ölecek, geri geldiler. Geleceklerini biliyordum, tek başıma kalacağım..."
Jeongin, katartik bir ruh halinde görünüyordu. Sesi kısık çıkıyordu ancak konuşmaya başlayınca aynı şeyleri tekrar edip durmaya başladı. Changbin, çocuğa sımsıkı sarılıp kulağına nefeslerini kendininkilere uydurmasını defalarca fısıldadı. Başta Jeongin kendisini duymuyordu bile ancak bir süre sonra biraz olsun sakinleşmeyi başarabilmişti.
Çocuğa sarılmayı bırakıp yanaklarını başparmaklarıyla sildi ve ayağa kalktı. Jeongin, Changbin'in hareketlenmesiyle bileğine yapışmış, gitme diye yalvarırcasına gözlerini yüzüne dikmişti. İç çekerek çocuğun parmaklarını teninden ayırmaya çalıştı.
"Gidip ne olduğuna bakacağım Innie, kimseye bir şey olmayacak söz veriyorum, tamam mı?"
"Hep söz veriyorsunuz zaten ama hiç tutmuyorsunuz!"
Changbin, Jeongin'in aniden artan sesiyle elini ağzına kapadı.
"Şşt, sessiz ol. Hemen geleceğim, bir yere kıpırdama, sözümü dinle."
Jeongin, daha fazla itiraz etmedi. Göle doğru dönerek dizlerini karnına çekti ve sarıldı. Changbin uzaklaşırken arkasını dönüp baktığında oğlanın hafifçe sarsılan omuzlarını görebiliyordu. Kollarını karnına doladı, gözlerini kapadı ve Tanrı'ya dua etti.
----------
"Changbin, çık dışarıya oynayalım."
Changbin, evlerin arasına saklanmış olanları seyrediyordu. Kendilerini nasıl bulduklarını anlamıştı, annesini kullanmışlardı, daha doğrusu onun babasıyla olan bağını. Onun ölmemiş olmasına bile sevinemiyordu. Wonwoo'nun boynuna bir zincir bağlamışlardı. Babasını ise dizleri üstüne çöktürmüş, ensesinden kavramış, kıpırdamasını engelliyorlardı. Her şey o kadar tanıdıktı ki...
Alfalardan biri Minho'nun ellerini arkasından bağlamış, orasını burasını elliyordu. Chan ve Jisung ise hırlayıp tıslıyorlardı ancak yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Çok kalabalıklardı ve hepsini tutuyorlardı. Changbin, elini göğsüne götürüp yumruğunu kalbinin üstüne bastırdı. Canı çok yanıyordu, yine her şey batırmıştı, her zamanki gibi.
"Sesini kullan da oğlunu çağır, Mingyu. Onun buralarda olduğunu biliyorum. Changbin'i tanımadığımı mı sanıyorsun?"
Babası, dediğini yapmadığında saçlarını kavrayıp kafasını arkaya çekti ve yüzünü Mingyu'nunkine iyice yaklaştırdı. Adamın dudaklarından dökülen tehdit Changbin'in tüylerini ürpertmişti.
"Dediklerimi yapmazsan tek tek hepsini öldüreceğim. Tahmin et kimden başlayacağım? Artık işime yaramayan birisi var burada."
Mingyu, dişlerini sıkıp aralarından hırladı. Mingyu hep başına buyruk ve inatçı biri olmuştu. Changbin'i de oğlu olarak kabul etmesinin nedenlerinden biri belki de buydu. Adamlar laflarını işe dökene kadar babasına hiçbir şey yaptıramayacaklardı. Changbin, ortaya çıkması gerektiğini biliyordu ancak kendisine yapacaklarından korkuyordu. Eskiden olsa her şeye katlanabilirdi ama... karnında bir çocuk varken... hiç şansı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
How Not to Get a Pack; by Seo Changbin/ChanChang
FanficNasıl bir sürü edinilmez; Seo Changbin tarafından a/b/o Smut içerir.