Hayatımın hiçbir kesiminde kendimi ön planda tutan biri olmamıştım. Kötü bir şey mi olacaktı? Bana olsundu. Birinin ölmesi veya yaralanması mı gerekiyordu? Ben ölürdüm, ben yaralanırdım.
Tabii bu sadece sevdiğim insanlar için geçerliydi. Fakat sevdiğim kimsenin kendini arka plana attığına tanık olmamıştım.
Mesela sekiz yaşında annemi zar zor ikna edip bisiklet sürmeye çıkarmıştım. Ağlamıştım, kendimi yerden yere atmıştım, bir gün boyunca ne yemek yemiş ne de su içmiştim. En sonunda bana ağzına gelen her şeyi sayıp kabul etmişti.
Yine de sevinmiştim, sonuçta ilk defa annemle birlikte bir şeyler yapacaktım. İki tane bisikletimiz vardı. Ama sadece bir dizlik ve bir kaskımız vardı. Tabii benim de bisiklet sürmek de iyi olduğum söylenemezdi.
Annemle birlikte evimizin arka bahçesine gittiğimizde annem elimden dizlikleri ve kaskı almıştı. "Senin ihtiyacın yok. Bana ver." demişti. Dışardan gören biri için çok basit bir şey olarak görünebilirdi fakat benim için öyle değildi.
Annem bisiklet sürmekte iyi olduğu için kolay kolay düşmezdi fakat aynı şey benim için geçerli değildi. Sürekli düşerdim. Daha sekiz yaşındaydım çünkü. Annem bunu hiç umursamadı ve o gün bisiklet sürerken düşmüş, kafamı bir taşa çarpmıştım.
Yüzümün yarısı kan olmuştu ama annem bunu da umursamadı. Önünde ağlamaktan bile korkuyordum. "Babana söylersen dilini koparırım." Korkarak kafamı salladım. Eline aldığı ıslak mendille sertçe yüzümü temizlemişti ama dikiş gerektiriyordu. Kanamanın durmayacağını anlayınca hastaneye götürdü.
O günden sonra anladım, benim için sadece ben vardım. Kimse gelip benim için bir şeyler yapmayacaktı.
Şimdi ki ise daha zorlu bir deneyimdi benim için. O gün düştüğümde en azından annem yanımda diye düşünmüştüm, sınıfa zombi aldığımızda da en azından yanımda birileri var demiştim. Fakat bu sefer en azından diyebileceğim hiçbir şey yoktu.
Bir şey yapmalıydım ama yapmıyordum. Şu an ölseydim bile kaybedecek çok şeyim yoktu. Düşünme yetimi kaybetmiştim. Sadece bir zombiydi. Neydi beni bu kadar korkutan? Gittikçe yaklaşıyordu. Sahi, kaç adım kalmıştı ölmeme? Üç? Belki daha fazla.
Ölmek istiyor muydum onu bile bilmiyordum. Elimde makas vardı. Onu kafasına saplayabilirdim. Evet, yapabilirdim. Ama yapamadım. Yaklaştı, yaklaştı. Ben ise bekledim. Elimi hareket ettirmeye çalıştım, olmadı. Kendimde o kadarcık bile güç bulamıyordum.
Zombiye bakmadım. Ellerime bakıyordum. Hareket etmeleri gerekiyordu. Zaman durmuş gibiydi. Her şey çok mu yavaştı yoksa sorun bende miydi? Ellerime bakmaya devam ettim. Ölecektim. Evet, az sonra her şey bitecekti.
"Jungkook!" Omuzlarımdan çok güçlü bir şekilde sarsıldığımda gerçekliğe döndüm. Ne olduğunu anlamıyordum. "Bana bak." Önümdeki kişi eliyle çenemi kaldırıp ona bakmamı sağladı. Benim için mi gelmişti? Beni kurtarmak için mi? "Jungkook, kendine gelmelisin."
Evet, kendime gelmeliydim. Ama ben sadece karşımdaki kişinin gözlerine bakıyordum. Yanağım ıslanıyordu. Ağlıyor muydum? Neden ağlıyordum?
Bu sefer çenemdeki eli yanağıma gitti ve göz yaşını sildi. "Tamam, bak buradayım. Öldürdüm onu. Sakinleş." Sesi beni sakinleştirmeye çalışırken kısılmıştı. Öldürmüş müydü gerçekten? "Taehyung," dedim zar zor. "Efendim," dedi hızlıca. Konuşmama sevinmiş gibiydi.
"Benim için mi geldin?" Kafasını salladı usulca. "Evet, bak buradayım. Senin için geldim. Bak sen hâlâ hayattasın. Sana bir şey yapmadı." Sesi bir çocuğu sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Beni omuzlarımdan hareket ettirerek duvara yaslı olan ikili oturağa oturttu. "Özür dilerim, yanında durmalıydım. Özür dilerim." Pişman gibiydi. "Özür dileme." dedim zar zor. Sorun bendeydi, korkağın tekiydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AMONG THE ZOMBİES/TAEKOOK
FanfictionJungkook, barda ilk öpücüğünü verdiği adamla zombiler yüzünden kilitli kaldığı okulda karşılaşmayı beklemiyordu.