Umut, yaşamak için tek sebebimdi. "Her şey iyi olacak.", "Zamanla düzelir." gibi cümlelerden bahsetmiyorum. Bu cümleler yalnızca ölüme yaklaşmış kişileri avutmak için vardı.
Benim bahsettiğim, yaşamak için umuttan başka bir sebep bulmaya çalışmaktı. Gerçek bir sebep. Ve ben bu sebebi bulacağıma emindim.
Şu anda Jimin'le el ele alt kattan olduğumuz kata çıkan ve bize iki adım uzaklıktaki aylaklara karşı pes etmeyişim de bu yüzdendi. Bana "Başaracağız." demişti. Belki de başaramazdık ama pes etmediğimiz için hiçbir zaman pişman olmayacaktım.
Sonunda merdivenlere varmış, bizi bekleyenlere birlikte alt kata inmiştik. "Sessiz olun." Baek-Hyung'un uyarısıyla birlikte koridorun ortasındaki dış kapıya ilerledik.
Bir anda duraksadım. Taehyung bana döndü. "Ne oldu?" diye sordu fısıltıyla. "Kantin, kantine inmeliyiz." Kantin bodrumdaydı. "Hayır." dedi net bir şekilde. "Ama-"
"Hayır. Kimse şu anda bunu umursamıyor. Gerekirse aç kalırız. Ama tehlikeye giremezsin. İzin veremem. Vermem. Anlıyor musun?" Tam ağzımı aralayıp konuşacakken yine konuştu. "Anlıyor musun?" diye sordu keskin bir dille. Hafifçe kafamı salladım.
Yoongi en öne geçmişti. "Bu kapı çok ses çıkarır. Açtığım anda dışarıya koşup kapıyı kapatacağız. Üç deyince." dedikten sonra büyükçe bir iç çekti. "Üç." Daha biri bile söylememişti ki?!
Herkes afallarken Yoongi bunu umursamayıp hızlıca kapıyı açtı. Çıkan ses bütün aylakların dikkatini çekmişti. Hatta öyle ki üst kattan inen bir, iki aylak ve bodrum kattan bizim olduğumuz kata çıkan onlarca aylağa şaşkınca baktım. Kantine inmemek mantıklı bir hareketti.
Hepimiz can havliyle dışarı çıktığımızda Yoongi kapıyı kapatmıştı. Ön tarafta pek bir şey yoktu. Yani kolayca okuldan çıkabilirdik. Öyle de yaptık. "Su verir misiniz, lütfen? diye soran Soon-Bok'a döndüm. Ben de çok susamıştım.
Hye taşıdığı çantadan yarım litrelik su şişesi çıkarıp Soon-Bok'a uzattı. Herkes biraz içtikten sonra şişe bitmişti. "Şişeleri atmayın. Eğer su bulursak doldururuz." Ji-Sung'u onayladığımızda yürümeye devam ediyorduk.
"Sakince U dönüşü yapın." Herkes garip bakışlarla Ae-Cha'ya döndük. "Bakın." dedi ve işaret parmağını kaldırıp karşıyı gösterdi. Evet, kötü haber. Yüzlerce zombi bize doğru geliyordu. Fakat bize baya uzaklardı. "Sakin olun, şurada bir süper market var. Oraya girelim, hepsi gittikten sonra çıkarız." Başka şansımız yoktu çünkü diğer tarafa doğru ilerlersek çıkmaz sokağa çıkıyorduk.
Markete ilerleyip etrafı kontrol ettikten sonra içine girip bulduğumuz zincirle kapıyı bağlamıştık. Markette hiçbir şey yoktu. Çöp bile. "Pekâlâ, pek iç açıcı değil ha?" Ho-Sook'un baktığı yere döndüğümde yerde iki ceset gördüm. Biri ikiye ayrılmıştı, diğerinin ise bir bacağı yoktu. Eh, harbiden de pek iç açıcı değildi.
Arkadan biri bir elini koluma diğer elini de gözüme koyduğunda irkilmiştim. Koluma koyduğu eliyle beni ters yöne çevirip, yürüttü. En sonunda elini çekip konuştu. "Daha fazla görmene vicdanım el vermedi." Elini kalbine koyarak alaylı bir şekilde konuştuğunda kaşlarımı çattım.
"Sen?" diye sordum. Ben Taehyung sanmıştım. "Ne ben? Kimi bekliyordun ki?" Taehyung'u... "Hiç kimseyi." dedim kısaca. "Bir Baek-Hyun kolay bulunmaz. Bunu bilmelisin öncelikle." Ciddi şekilde dediğiyle kaşlarım alaylı şekilde çatıldı. "Bilmez miyim? Nerede senin gibi akıllı, mantıklı insanlar. Yok." dedim ellerimi kaldırıp etrafı gösterirken. Sesimden alay ettiğimi anlamıştı.
"Alınıyorum ama güzellik." Elini kaldırıp yanağımı okşadığında kaşlarım havalandı. "Ne yapıyorsun lan?" diye sordum sinirle. "Ne yapıyorum ki?" Anlamamazlıktan geliyordu.
Tam konuşacakken Taehyung geldi. Baek-Hyun'un yanağımdaki elini tutup sertçe indirdi. "Önce şu elini bir indir." dedi sakince. Baek-Hyun'un keyifli hali gitmiş, yerine sinirli hali gelmişti.
"Sen karışma." diye soludu sinirle. "İnsan sorguluyor." dediğinde Baek-Hyun merakla sorguladı.
"Niye?"
"Senin gibiler varken neden dışaridakiler diye." dedikten sonra kafasıyla camdan olan market kapısının dışını gösterdi. Zombiler vardı. Baek-Hyun başta anlamamış olsa da anladığında kasları daha da çatılmıştı. "Sen görürsün." dedikten sonra Taehyung'a omuz atıp yanından geçti.
Kaç yaşındaydı bu, dört falan mı? Ben tam konuşacakken Taehyung yanımdan geçip gitti. Ona ne oluyordu?!
Bugünlük sinir kotamı doldurduğum için Ji-Sung'un yanına gittim. Bir köşeye geçmişti. "N'aber?" Omuz silkti. "Çok iyi. Bayağı iyi. Harika." Derin bir nefes verdim. "Bunlar olmak istediklerin. Şimdi nasıl olduğunu söyle." Kafasını bana doğru çevirip bir süre bana baktı. Daha sonra kafasını omzuna yaslayıp ağlamaya başladı.
"Kötü." dedi. "Çok kötü." Hepimiz öyleydik. "Ji-Sung, ağlamasana be. Ben de ağlayacağım senin yüzünden." dedim, dolmuş gözlerimden yaş düşmesini engellemek için kafamı yukarı kaldırırken.
"Ağlarsan daha çok ağlarım."
"Hey! Sakın,zaten omzum sırılsıklam oldu." dediğimde yavaşça kafasını kaldırdı. Ve gülmeye başladı. O gülünce ben de güldüm. İyice delirmiştik.
"Bu arada Ae-Cha'dan hoşlandığını biliyorum." Gözlerini büyütüp avucunu ağzıma kapattı. "Sessiz olsana, duyacak." Omuz silkip elini ağzımdan çektim. "İyi, bir şey demedim."
"Yakışıyorsunuz ama."
"Jungkook!"
"Tamam ya!"
O gece markette kaldık. Ben yatamamıştım çünkü stresliydim. Ayağa kalkıp kimin ayakta olduğuna baktığımda herkesin uyuduğunu gördüm. Pes edip yerime döndüm ve uyumaya çalıştım. Fakat pek işe yaramamıştı.
✔️
Selamlar!!!
Nasılsınız?
Umarım bölümü beğenmişsinizdir.
Aklımda çok güzel bir yoonmin ve de hetero kurgusu var.
Bu kurgudan sonra onlardan birini de yayınlayacağım.
Şimdilik,
Taekook'la kalın hoscakalin. Öptüm hoşçakalın ✨😽
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AMONG THE ZOMBİES/TAEKOOK
FanfictionJungkook, barda ilk öpücüğünü verdiği adamla zombiler yüzünden kilitli kaldığı okulda karşılaşmayı beklemiyordu.