1.4

90 14 19
                                    

Herkesin sınavı farklıdır derler. Bizimki aynıydı. Salgın. Yaşamaya dair umudum neredeyse kalmamıştı çünkü hayatın sadece şıklardan ibaret olduğunu öğrenmiştim. Hayat bir sınavdı ve bu sınavda cevapları sallayamıyordunuz. Her şey tek yanlışınıza bakardı. Burada tek yanlış bütün doğruları götürüyordu.

Ben, Ji-Sung, Ae-Cha, Hye ve Soon-Bok aynı arabadaydık. Neredeyse birbirimizin üzerine binecektik! Taehyung'a aynı arabaya binmek istesem de bu mümkün değildi. "Ne yapacağız?" diye sordu Ae-Cha. "Oraya varınca düşüneceğiz." diye cevapladım. Henüz bir şey söylemek için çok erkendi. Günlerdir yoldaydık ve öğrendiğim şeylerden biri de erken konuşmamaktı. Kapsül ve harita hâlâ bizdeydi. Hye sırt çantasında taşıyordu.

"Hye." diye fısıldadım. "Kapsülü ve Haritayı ver." dediğimde adam bize döndü. "Konuşmayın aranızda." dedikten sonra tekrar önüne döndü. Hye bana aşağıdan kapsülü ve haritayı uzatınca küçük kapsülü baksırımın içine sakladım. Evet, çok rahatsız ediciydi ama riske atamazdım. Haritayı da okul formamın iç cebine sıkıştırdım.

Yaklaşık yarım saat geçtiğini düşünüyordum. Sonunda üç katlı büyük-gerçekten çok büyük- bir evin önünde durduk. Evin bahçesi çok genişti. Hatta öyle ki bahçeye bu evden iki tane daha sığabilirdi. Etrafı yüksek, dikenli tellerle çevrilmişti. Bu da zombilerin girmesini engelliyordu. Ve bir de kapı vardı. İçeride de kapıdan bağımsız bir kol vardı.

Geldiğimizi gören sarışın kız kolu büyük bir kuvvetle kendine doğru çektiğinde kapı açıldı. Arkamızdaki adamlar kafamıza silah dayamışlardı, mecburen yürüyorduk. Fakat arkadaki adamın benimle bir derdi var gibiydi çünkü sürekli olarak beni ittiriyordu. Bir şey diyemezdim çünkü her şey tek kurşununa bakardı.

Bir anda adam bütün gücüyle beni itince yeri boyladım. Dizlerimdeki ıslaklığın kandan olduğunu biliyordum. Eğer yüzüstü yere yapışmış olsaydım kapsül kırılabilirdi. Beni ensemden tutup ayağa kaldırdı. "Aptal." dedi tükürükler saçarak. "Umarım kurada sen çıkarsın." dedi nefret saçan gözleriyle. Hâlâ ne kurası olduğunu bilmiyordum.

Ayrıca daha büyük bir sorunumuz vardı. Diğer araba buradaydı fakat çocuklar? Onlar neredelerdi? Bir süre sonra markette karşılaştığımız sarışın adam ağır adımlarla yürüyüp önümüzde durdu. "Bunları içeri alın. Akşam yemeğinde diğerleriyle birlikte yemek salonuna getirin. Hepsini aynı masaya oturtun." dediğinde adamlarında bir cevap beklemeden eve girdi. Diğerleri bizim çocuklar mı oluyordu?

Yine aynı tavırla bizi eve soktuklarında şaşkınlıkla evi inceledim. Labirent gibi bir yerdi. Bu katta bile en az yirmi beş oda olduğunu varsayarsak evde toplam yetmiş beş oda oluyordu. Kaç kişi vardı burada?

Bunları düşünmeyi beni ittiren adam sayesinde bıraktım. Zaten dizlerim açıyordu. İçimden bir ses arkamdaki adama yumruğu yapıştırmayı söylese de mantıklı tarafım buna engel oluyordu.

Sonunda bizi bomboş bir odaya bıraktılar. Ufacık -neredeyse üç santim genişliğinde- bir pencere vardı fakat o da kapalıydı. Kenarda hurdalar ve kan izleri dışında bir şey yoktu. Kötü kokuyordu. Sanırım bu koku kusmuk kokusuydu.

"Sizin yüzünüzden!" diye bağırdı Soon-Bok bütün gücüyle. "Ne bizim yüzümüzden?" diye sordu Ae-Cha sinirle. "Burada olmamızın suçlusu sizsiniz!" Bir suçlu yoktu ama Soon-Bok'un kafasında yaşananları sorgulamayı uzun zaman önce bırakmıştım. Kimse bu halde tartışmak istemediği için Soon-Bok'a cevap vermedi. Mantıklı olan buydu.

Bir süre sonra bir adam içeri geldi. "Sırt çantasını verin!" diye bağırdı. Bunu isteyemezdi. "Hayır." dedim net bir şekilde. "Ölmek mi istiyorsun?" diye sorduğunda güldüm. "Sen?" diye sordum. Anlamamıştı. Yanımdaki Ji-Sung'a baktığımda ne anlatmak istediğimi anlayıp o da diğer çocuklara baktı. "Sen kime kafa tuttuğunu sanıyorsun?!" diye bağırdı sinirle.

AMONG THE ZOMBİES/TAEKOOKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin