Tarih
Yıl= 1915
Ay= Mayıs
Gün= 24
Yer= Arıburnu
---------------------------------------------------------
Osmanlı İmparatorluğu= Kadın
Türkiye= Erkek
Avustralya=Erkek
Yeni Zelanda= Kadın
---------------------------------------------------------
18/03/1915"Hatırlıyorsun değil mi?"
"Unutmak elde mi ki? Bu koy ne kadar tanıdık geliyor hiç anlatamam sana."
"Ben de sanki unutmak mümkünmüş gibi sordum ya, affet."
Sonra karşılıklı gülüştü iki adam. Ellerindeki şişelerdeki suları yere döktüler. Dualar ile birlikte. Toprak altında yatan binlerce beden için. Etraf sessis, hava esintiliydi ancak yerin altındaki askerler yaz sıcağında düşmüşlerdi bu kara toprağa, bir kor gibi. Bu esinti onlara ulaşabilir miydi ki? Bu askerler bağırışmalar, feryatlar ve silah sesleri ile düşmüştü bu kara toprağa. Bu dinginlik onlara ulaşabilir miydi ki?..
"Buraya ilk geldiğimde tam da şu koyda kurulan çadıra girmiştim. Kardeşimle tüm bu cepheyi o çadırdan komuta etmeye çalışmıştık. Hoş, iş bir ay sonra tepelerdeki çadırlarda devam etti bizim için."
"Tepelerde yüksek rütbeli olan ikiniz ne arıyordu ki?"
Avustralya güldü epeyce. Ne güzel bir noktaya değinmişti. Daha sonra elini iç cebine götürürken konuştu:
"Diyene bak, sen ise çocuk yaşında bizden daha yakındın cehpeye. Ha bir de, baksana."
İç cebinden çıkardığı defteri açtı Avustralya. Yaprakları hızlıca çevirirken arada beyaz bir lalenin kurusu vardı.
"Biliyorsun saksıdaydı ama bir yerden sonra ömrü yetmedi tabii ki. Ben de onu ölümsüzleştirmek istedim. İyi etmiş miyim?"
Türkiye mutlulukla ve duygulanmış olmanın verdiği utangaçlıkla gülümsedi. Gözleri iyice kısılmıştı. Sonra ona döndü ve sırtını sıvazladı.
"İyi etmişsin. Ne antika bir hediye, kim vermişti demiştin?"
İkisi tekrar gülüştüler...
...
...
"SEDYE GETİRİN! ÇABUK! BURADA NEFES ALAN BİRİSİ VAR!"
"Zamanımız kısıtlı, şehitlerimizi kefenleyecek vaktimiz yok"
"Anne?"
"Anne?"
"Annneeee! Daldın gittin. Duyuyor musun beni?"
"Ah, Türkiye'm. Senin...Senin bu bölgede ne işin var?!"
"Anne, sıhhiye burası."
"Efendim? Burası cephe-"
Daha sonrasında yüksek sesle bir şeyler patladı. Bu bir donanma torpilinden başkası değildi, tam bir sıçrayan ölüm. Bu güçlü kuvvet karşısında eğilip siper almaya çalışan Osmanlı, bombadan dolayı savrulan toprakların gözleri önüne sıçramadan önce uçuşup giden bedenler arasında kırmızı tenli bir çocuk gördü. Yaklaşık 10-11 yaşlarında olan bu çocuk onun evladıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
§ Geçmişten Gelen Mektup §
General FictionTürkiye, Osmanlı, Selçuklu ve beyliklerin anılarının anlatıldığı bir kitaptır. Geçmişte yaşamış kişilikleri bazen kullanacağım. Baştan uyarmak istiyorum ki iyi bir yazar değilim. Bu kitap yazdığım ilk kurgu kitaptır. Okuduğunuz ve kitabıma zaman ayı...