Tarih
Yıl= 1474
Ay= Bilinmiyor
Gün=Bilinmiyor
Yer= Tahmini İçel, Mersin'in merkez ilçesi civarı
---------------------------------------------------------Askerlerin sert yürüyüşüyle etraf, toz ve dumanla kaplanmıştı. Marş adımlarının ve onunla birlikte çıkan hafif zırhların sesleri garip bir melodi sunuyordu. Gökyüzü olacaklardan hiç memnun olmadığını kaskara bulutlarıyla belli ediyordu. Resmen onları kınarcasına koyuydu. Bulutları delmeyi başarmış ışık süzmeleri, yeryüzündekilere doğru yolu gösteriyormuş gibi ordunun geçip gittiği yerlerdeydi. "Geri dönmelisiniz. " diyordu adeta. Ordu ilerledikçe ışınlar da gittikçe azalıyordu. Hala bir umut var mıydı? Sanmam... Yakında yağmur da yağardı. Tozlu, iç karartan bu havanın tek nedeni; bugün kardeş kanı dökülecek olmasından başka bir şey olamazdı.
...
Birkaç saat içerisinde olacaklardan pek memnun değildi. Emindi ki abisi de bu durumdan haz etmiyordu. Sadece artık yapması gerektiğini düşünüyor, haklı mı haksız mı düşünmek istemiyordu. Ne çok kavgalar etmiş ne fena laflar söylemişlerdi birbirlerine. Ordusu dinamik bir şekilde ilerlerken o ise ruhsal çöküntüsü bir kilometre öteden belli olacak şekilde yürüyordu. Gözlerinde mutluluk belirtisi yoktu. Kendisini yere atmak istercesine salına salına yürüyordu. Tıpkı çocukken çamurla oynadıktan sonra ablalarının zorla yıkatığı kıyafetleri istemsizce dere kenarına götürdüğü gibi.
İyi hatırlıyordu. Çocukken çamurla çok oynardı. Her seferinde çamurdan kurabiyeler yapar sonra da etraftan topladığı yapraklarla da salata yapardı. Elbette üstünü de fena batırırdı. Dışarıda oynadıktan sonra hamama girer bir güzel yıkanırdı. Ancak kıyafetlerini saray hizmetlileri yıkamazdı, ablaları ona zorla yıkatırdı. Ne kadar sinir olurdu. "Hizmetli varken ben neden yıkıyorum?" diye söylenince de bir güzel azarı işitir, sonrasında ise sızlana sızlana nehrin kenarına giderdi. Belki de o zaman ona abla terörü gibi gelen şey, her işini başkalarına kitlemek yerine kendisinin yapmasına mani olmuştu. Neyse ki abla terörüne sadece o uğramıyordu. Hepsi Germiyan'dan nasibini almıştı.
Aklına bir zamanlar sahip olduğu ailesi gelince ruhsuz yüzüne bir neşe gelmişti. Ancak bir saniye anca sürmüştü bu mutluluk. Eskiden onu mutlu eden her şey yavaşça ellerinden kayıyordu. Nedenini elbette çok iyi biliyordu. Hepsi bu gaflete düşmemiş miydi?
Tek hükümdar olmak...
Ne kadar çeldirici bir söz. Tüm gücü iliklerine kadar hissetmek istiyordu. Hepsi istiyordu. Kim istemezdi ki. Herkes güçlü olmayı ve başkalarının ayaklarına kapanmasını isterdi. Bir şeyleri temsil etmenin verdiği gururu tatmak istediler. Birbirlerine karşı kin duymadılar ancak yoluna çıkanı kardeşi dahi olsa ezebilirdi. Kimse masum değildi. Keşke dünya toz pembe olsaydı da her zaman birer beylik olarak kalsalardı. Keşke babalarının durumu sonradan düzelseydi de aileleri dağılmasaydı.
Keşkelerle dolu bir geçmişe sahip olmasına rağmen Osmanlı'nın elinden bir şey gelmezdi. Babaları öldükten sonra mecburen Türklerin yeniden tek bir çatı altına toplanması gerekiyordu. Gerekiyordu çünkü başka bir milletin kontrolü altına giremezlerdi. Bunu da beyliklerden birisi yapacaktı elbette. Kimin olacağını seçmeleri gerektiğinde de kardeşlerin birbirine girmesine neden oldu.
Başını bu düşüncelerden uzaklaştırmak isteyen Osmanlı, iki yöne de kafasını salladı ve yanaklarına hafifçe vurdu. Yanaklarını avuçlayarak olduğu yerde durdu.
Ne yapıyordu?
Gerçekten bir şans daha veremez miydi abisine?
Düşündükçe vücudu titriyordu. Ama abisine de güvenemiyordu ki. En son olanlardan fazlaca nasibini almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
§ Geçmişten Gelen Mektup §
General FictionTürkiye, Osmanlı, Selçuklu ve beyliklerin anılarının anlatıldığı bir kitaptır. Geçmişte yaşamış kişilikleri bazen kullanacağım. Baştan uyarmak istiyorum ki iyi bir yazar değilim. Bu kitap yazdığım ilk kurgu kitaptır. Okuduğunuz ve kitabıma zaman ayı...