34. Bölüm

47.8K 3.6K 306
                                    

Gözlerimi araladığımda güneş ışığı gözlerimi kamaştırdı. Odadaki sessizlik, sabahın ilk saatlerinin habercisiydi. Karnımdaki ağrı, her nefeste hafifçe kendini hatırlatıyordu ama alışmıştım artık. Ellerime baktım; ikisi de sargılarla kaplıydı. Çevremi süzerken annemin derin bir uykuda olduğunu gördüm. Yanındaki koltukta oturan Gül’ün bakışlarını üzerimde hissettim. Uyanıktı.

"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu yavaş bir sesle. Gözleri endişeyle parlıyordu.

Derin bir nefes aldım, "İyiyim," dedim kısık bir sesle. O kadar da iyi sayılmazdım ama bu cevabın onu biraz olsun rahatlatmasını umuyordum.

Yavaşça doğrulmaya çalıştım. Sırtımı yatağın başlığına dayayıp oturur pozisyona geldim. Hareket ettikçe karnımdaki yara yerinden bir sancı yükseldi. Gözlerimi kısa bir an kapatıp acıyı bastırdım. Derin bir nefes alarak ayaklarımı yatağın kenarından sarkıttım.

"Gökçen, yapma! Daha tam iyileşmedin," dedi Gül telaşla. Yanıma gelerek destek olmaya çalıştı.

"Sadece ayağa kalkacağım," dedim sakin bir tonla, sancımı belli etmemeye çalışarak. Ellerimi kaldırıp gösterdim. "Ama kıyafetlerimi giymek için yardıma ihtiyacım var."

Gül tereddüt etti, sonra başını salladı. Dolaptaki kıyafetlerime yöneldi. Annemin benim için getirdiği sade kıyafetleri çıkarıp yanıma geldi.

"Yavaş olalım," dedi dikkatlice. Ellerim sargıda olduğu için her hareketimi o kadar düşünerek yapıyordum ki her zamankinden daha çaresiz hissediyordum. Gül, gömleğimi usulca omuzlarıma geçirdi. Karnımdaki yara bandına dikkat ederken hareketleri yumuşak ama hızlıydı. Eşofmanı giyerken hafifçe eğildiğimde acı tekrar dalga dalga vücuduma yayıldı. Dişlerimi sıktım ama belli etmedim.

"Teşekkür ederim," dedim sessiz bir tonda. Gül, yüzüme bakıp kısa bir an gülümsedi. Sonra gözlerini kaçırdı.

"İyileşene kadar dinlenmelisin. Bir yere gitmiyorsun, tamam mı?" dedi hafif otoriter bir sesle.

"Çıkmam lazım Gül. İlaçlarımı alacağım merak etme" diyerek cevap vermesini beklemeden kapıya yöneldim.

Odanın kapısında bekleyen askerler beni görünce hızla toparlandılar. Onlara hafif bir baş selamı verdim. Yüzlerinden belli oluyordu ki birazdan nöbet değişimi yapacaklardı. Ama buna gerek kalmayacaktı.

Sesimi otoriter ama dostane bir tona bürüyerek, "Görev bitmiştir. Beni karargâha bırakır mısınız?"

Askerlerin yüzündeki şaşkınlık, sözlerimin etkisini gösterdi. Beni baştan aşağı süzüyorlardı.

"Komutanım, albayım bize öyle bir emir vermedi..." dedi biri çekinerek. Kendi pozisyonunu riske atmamak adına net konuşmaya çalışıyordu ama içinde bulunduğu zorluk yüzünden okunuyordu.

Onu daha fazla zor durumda bırakmak istemedim. "Tamam arayın bana verin, telefonum yanımda değil" dedim.

Askerlerden biri telefonunu çıkartıp aradı, tekmil vererek telefonu bana uzattı.

"Alo Komutanım Gökçen ben, doktorun izniyle hastaneden çıkıyorum. Bilginiz olsun" dediğimde karşıdan albay derin bir nefes verdi.

"Tamam gel" dedi ve kapattı. Askere telefonu geri uzatıp, "Gidiyoruz" dediğimde beni başlarıyla onayladılar ve birlikte hastaneden çıktık.

***

Karargâha vardığımda, doğruca Albay Hüseyin Bayram’ın odasına yöneldim. Görkem'in sorgusuna girmek için izin alacaktım ve son durumları öğrenecektim. Tabii hâlâ serbest bırakılmadıysa! Karnımdaki ağrıyı ve ellerimdeki sargıları görmezden gelerek hızlı adımlarla ilerledim.

 TOPRAK (Düzenlenecek)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin