1-ÇATIŞMA

205 52 230
                                    

Kalabalık şehrin anlaşılamayan uğultusu, gecenin ızdırap dolu sessizliğine karışıp yok oluyordu. Şehrin nabzının attığı arka sokaklardaki barlardan yayılan belli belirsiz şarkılar birbirine dolanıyor sonunda tek bir melodi olmayı başaramayıp parçalara ayrılıyordu. Az önce tanışmış insanların muhabbetleri ilerliyor, sakladıkları gerçek yüzleri gecenin ilerleyen saatlerinde sarhoş olmanın etkisiyle birer birer açığa çıkmayı bekliyordu. Sabahına avuçlarında olacak paranın sıcaklığını bilmenin verdiği mutlulukla kadınlar kahkahalarını patlatıyor, prolarını tüttüren erkekler bu kahkahaların karşı konulamaz çekimi etrafında sarhoş olmaya devam ediyordu.

Bir kavgada geçtiği anlaşılan küfürler... az ötede şarap şişesinin kafada parçalanma sesi...Ortalık biraz sessizleşince akbaba gibi bara dadanan dilenciler... Barmenlerin sarmayan bayat muhabbetleri...

Sokağın sonlarına doğru küçük bir barda da tüm bunlar yaşanıyordu. Her türden müşteri vardı bu barda ama en dikkat çekeni pencere kenarında oturan bir delikanlıydı. Pahalı takımı, parlayan bebeksi suratı ve asilliği bu ortama hiç de uygun gibi durmuyordu. İstisnasız her gece bu barların birinde olmasına rağmen kimse adını bilmiyordu. Kimseyle konuşmuyor, saatlerce tek başına oturup düşüncelerini dondurana kadar içiyordu. Sarhoş olduğunu anlamak ise mümkün değildi. Ama bu gece onda bir şeyler farklıydı sanki. Daha suskundu, gerçi tek kelime bile ettiğini gören olmamıştı ama her gece sarhoş olana kadar kafasını yiyip bitiren o sesler dahi yoktu. Yeşil gözleri içkisine iştahla bakmıyor kirli camdan görebildiği tek tük yıldızlara dalıyordu. Zaten canı da içmek istemiyordu bu gece. Tek bir bardak vardı önünde onun da yarısından fazlası doluydu. Donmuş gibiydi, belki de bu gece düşünmemek için fazlaca içmesine gerek duymuyordu. Saatine baktı, gece yarısını biraz geçmişti. Elini takımının cebine attı deri kaplamalı şık bir cüzdan çıkarıp içkinin parasını masaya bıraktı ve kapıya yöneldi.

Arkadan gelen bir ses

"Yine bekleriz bayım."

Hiçbir ses onu içinde bulunduğu hissizlikten uyandıramıyordu. Dışarıya kendini atmasıyla sokaktaki canlılık da yitip gitmişti sanki. Önünden geçtiği her mekan parlaklığını yitiriyor ,hareketli müzik sesleri cenaze senfonisine dönüşüyor, insanların simaları birer birer yok oluyordu.

Bir süre onu eve götüren yola baktı, yüzünde yine aynı donukluk.. Aklından bir şeyler geçmeye başladığı açıkça belliydi. Vücudu titredi ve ciğerlerindeki sızıya aldırış etmeden derin bir nefes çekti. Başını umutsuzca sallayıp trafiğin yoğun olduğu diğer ana yola yöneldi.

Yol kenarında avlarını bekleyen fahişeler, güzel giyinimli bu genci görünce sevinçten dört köşe oldular. Biri atıldı

"Nereye böyle yakışıklı, eve gitmek için daha erken değil mi?"

Arkadan kartlaşmış, öksürüklü kahkahalar yükseldi.

Delikanlı yüzlerine dahi bakmadan ilerlemeye devam etti.

Yaklaşık on dakika sonra korna sesleri iyice gür gelmeye başlamıştı, artık ara sokaklardan çıkmış ana yola ulaşmıştı. Karşıya köprünün olduğu güzergaha baktı. Kalbinden geçen keskin bir his. Korku mu, heyecan mı?.. Ne olduğunu o da bilmiyordu.

Yolun karşısına geçip köprüye yaklaştığında ne kadar eski bir yapı olduğunu görebiliyordu. Duvarlarında aşıkların isimleri kazılı, kaçının hikayesi mutlu bitti bilinmez. Delikanlı köprünün soğuk taşlarında parmaklarını gezdiriyor aşağısında yavaş yavaş akan suyun sesini trafiğin sesinden ayırmaya çalışıyordu. Gök yüzüne baktı. Yıldızlar şehrin ışıklarından sinmiş görünmez olmuştu sanki. Birkaç saniyeliğine gözlerini kapadı ve bütün vücudunu sarsan tek bir düşünce geçti içinden.

"Yapabilirsin"

Duvara çıktı, ardından oturup ayaklarını aşağıya sallandırdı. Artık sesli konuşmaya başlamış mutlu olduğu zamanlardaki anılarını düşünmeye çalışıyordu. Bu onun hayattan istediği son şeydi, nedense kendine bunu borç görmüştü.

"Dünyadaki son dakikalarım...hay Allah aklıma bir anı da gelmiyor. Aa...ee..evet evet buldum bir tane. Şelale kenarında yaptığım kamp...sonsuza kadar sürmesini istemiştim. Gerçi artık hiçbir şey istediğim yok. Ama o zaman öyleydi işte... "

Uzunca bir süre o anı tekrar tekrar düşündü: suyun kayalara çarpışını, gökyüzünü, yıldızları, cırcır böceklerinin şarkılarını, az ötede ağaçların hafif bir esintiyle dans edişini, elindeki kahvenin tadını, dumanını, dizlerinde uyuyakalan sevdiği kadını, sevdiği kadını, delicesine sevdiği kadını...

Duraksadı. Kalbine bir hançer saplanmıştı sanki. Elini göğsüne bastırıp derin bir nefes aldı.

Hiçbir şey kalmamıştı bu anıdan geriye. Tattığı o huzur ömründe ilk ve tekti. Delikanlı yine aşağıya bakmaya başladı. Geçmişi hatırladıktan sonra içinde bir anda anlam veremediği bir duygu ve yabancısı olduğu bir fısıltı beliriverdi.

"keşke her şey daha farklı olabilseydi, keşke yeniden...yenide..." bu umut vaat eden fısıltılar nedense delikanlının ağrına gitmişti. Kendine kızarcasına:

"Bu sefer olmaz, olamaz. Artık daha fazla ertelemeyeceğim. Yaşamak her geçen gün daha da ızdırap olurken benden buna katlanmamı bekleme."

Yine aynı yabancılıktaki başka bir fısıltı:

"keşke yaşasaydı"

Delikanlı bu sefer sinirlenmişti. Kafasına sertçe vuruyor sanki biriyle kavga ediyormuş gibi bağırıyordu.

"ben de çok istedim, tamam mı hem de çok. İstemediğimi mi sanıyorsun? Ne kadar istediğimi tahmin bile edemezsin ama.. ama olmadı"

Bir yandan beynini delercesine kafasına vurmaya devam ediyor bir yandan da boğazına kadar gelen haykırışlarını bastırmaya çalışıyordu. Sonra gözlerinde ansızın bir kararma oluştu. Tutunacak bir yer arıyordu ama nafile elleri boşlukta çırpınıyor dengesini kaybediyordu. Göz bebekleri büyüdükçe büyüdü, kalbi delicesine çarpmaya başladı. İçinde bir korku beliriverdi. Ve ruhunu tanımadığı bir ses ele geçirdi.

"ölmek istemiyor muydun?"

KÖPRÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin