Bölüm 3: Baskın

10 2 0
                                    

Rüyalar kabuslara karışırken, birkaç fısıldı duyur bize küçüğüm.
Bir ninni mırıldan sessizce, hayat kadar yalan.
Alnına yazılanları bir çırpıda sil, bu adi düzene tek hamlede karşı gel.
İçindeki çocuğu öldürsen dahi, onun asiliğine dokunma küçüğüm.
Çünkü unutma:
Hayat böyledir; yalanlarla, oyunlarla yaşamayı öğretir sana.

Ömrüm boyu düşündüm durdum. Neden doğmuştum, yaşamın amacı neydi, neyle yaşardı bir insan? Sorular kemirirdi beynimi, bense öylece izin verirdim buna. Tanrı beni böyle yapayalnız bırakacaksa, neden bir anne, bir baba vermişti bana? Ömrüm boyu yaşam mücadelesi vererek yaşamak zorundaysam eğer, neden bu kadar değersizdi hayatım? Bir insanın önceliği kendisi olmalıydı, öyle ya; ben bencil olmayı bir türlü becerememiştim. Hayat önüme pek çok fırsat sunmuştu ölmem için, bense tırnaklarımla kazıyarak hayatta kalmıştım. Ne için? Ya da ne uğruna? Olur ya, belki bir gün benim günüm olurdu. Bir dileğim olsun isterdim; geçmişi aklımdan kazıyarak mutlu olmak. Bir dileğim olsun isterdim; özgürce kahkaha atmak.
Şimdi bu arabanın içerisinde, bilmediğim yollardan, bilmediğim yerlere giderken aklımda dönüp duran tek bir şey vardı; şimdi ne olacak?
Tanrı'nın ne gibi planları olabilirdi yine benim hakkımda, neler getirecekti hayat önüme bilmiyordum. Açıkçası pek de umurumda değildi. Hayatım boyu önüme konanı yiyen birisi olmuştum, hayat bana hiç seçme şansı vermemişti. Yine olsundu, bir şekilde hayatta kalmış ve güzel günler de yaşamıştım. Mesela; nasıl hayatıma kötü diyebilirdim bana bisiklet sürmeyi öğrettikleri günü yok sayarak? Ya da doğum günlerinden nefret ettiğim halde inatla o çocuksu sevinçle getirdikleri pastayı, beni korumak için Özgür'ün kurşunun önüne atladığını, küçükken çok zayıf olduğum için kendi yemeklerini arttırarak benim daha çok yememi istediklerini nasıl yok sayabilirdim?
Saymayacaktım da.
Kalbime inen ağrıyla elimi göğsüme götürdüğüm an araba durdu.
"Geldik Hanımefendi." Dedi süren kişi. Sessizce yutkundum ve etrafa baktım fakat gecenin bu vakti camlardaki filmlerle birlikte hiçbir şey görünmüyordu. Bir an önce indim arabadan, geldiğim yeri görünce şaşkınca yerime saplandığımı hissettim. Eve getirmişti beni.
Araba gaza bastığı gibi gözden kaybolmuşken ben hala öylece duruyordum, müstakil evin bahçesine girdim titreyen dizlerimle. Ev korktuğum gibi bomboştu, oturup ağlayacaktım uzun zaman sonra fakat şu lanet gözyaşları bir türlü düşmüyordu gözlerimden. Yavaşça yere çöktüm sırtımı duvara dayayarak, dizlerimi kendime çekip kollarımla sardım ve kafamı gömdüm. Öylece durdum bir süre, şimdi ne yapacaktım, onlar neredeydi bilmiyordum. Çaresizce beklemeyeceğim kesindi fakat beynim durmuştu sanki, üstüm başım kan revandı. Ev telefonunun melodisi eve dolunca irkildim, kim arıyor olabilirdi, hızla kalktım ve açtım telefonu.
"Efendim?" Dedim bitkin sesimle, panikten arayana bile bakmamıştım. Karanlık evin içerisinde pek bir şey görünmüyordu zaten.
"Neler dönüyor?" Rauf'un itici sesi kulağımı doldurduğunda anladım bunun şu an ihtiyaç duyduğum son şey bile olmadığını. Sinirle derin bir nefes alıp ağır ağır verdim.
"Ebeninki dönüyor Rauf. Çocuklar ortada yok, kaçırıldılar." Bir süre sessizliğin ardından birkaç ayak sesi işittim. Gerilmişti fakat endişelendiğinden değil de işi bozulduğundan olduğunu biliyordum. Kendisini patron sanıyordu fakat onun patron olmadığını ilan ettiğimizde 16, 15 ve 13 yaşındaydık. Bütün çete bizim adımıza dönüyor fakat kimse onunla uğraşmayı da istemiyordu.
"Neden, kim yaptı? Haldun mu?" Ardı ardına sorularını sıralarken bunalarak telefonu kapatmak istedim fakat kendime engel oldum. Yoga yaparcasına derin nefesler alıp vererek sakinleşmeye çalışıyordum.
"Tilki." Dediğimde iğrenç kahkahasını işittim. Resmen krize girmişçesine kahkaha atıyordu it herif.
"Ne var, neye gülüyorsun lan?" Diye bağırdım sinirle. Oğlu aşırı dozdan öldüğünden beri uyuşturucu baronlarını bitirmeye çalışıyordu fakat bu adamın bunun dışında iyi bir yanı yok gibi bir şeydi.
"Tilki'nin sizinle ne işi olur, neden kaçırsın onları delirdin mi? Tilki'den bahsediyorsun."
Gerizekalı olduğumdan ben bunu sorgulayamamıştım tabii, içimden sabır çekmeyi sürdürdüm sükunetimi koruyarak.
"Bilmiyorum, o pisliği yakalayınca sorarım." Deyip suratına kapattım. 'Delirdin mi' sözü de böylelikle yarım kalmış oldu. İçimdeki kini ve siniri dışarıya vuramadığımdan patlayacaktım neredeyse. Belki çığlık atarsam rahatlayabilirdim.
Tüm gizimle çığlık atıp etrafı dağıttım, benim kadar dağılmış olsun istedim her yer. Bir süre öylece yerde kaldım. Göğüsümdeki hapishanede duygulara yer yoktu. Bir an önce toparlanmalıydım, güçsüz olmayı çekemiyordum.
Yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirmeden bilgisayarın başına oturdum, dağılan uzun, siyah saçlarımı gelişigüzel atkuyruğu yaptım ve ellerimi ustaca tuşların üzerinde gezdirmeye başladım. Şimdi ilk işim Tilki'yi bulmaktı. Nasıl olacak bilmiyordum, bunu bizden birisine söylesem muhtemelen sadece yüzüme gülerdi fakat kardeşlerim için yapamayacağım bir şey yoktu.
İşe önce arabanın plakasından başladım. İyice araştırdığımda araç bir şirketin üzerine kayıtlı olarak görünüyordu, bu adamın şirketi de mi vardı? İşlerinde paravan olarak kullandığı şirket olmalıydı bu. Bir şekilde şirketin güvenlik duvarına ulaşmayı başarmış fakat ne kadar zorlasam da duvarı geçememiştim. Şirket gizli tutulmaya çalışılıyordu fakat birkaç yeri hackleyerek birkaç bilgiye ulaşmıştım. Sanırım en önemlisi Polat isminde bir adamdı, şirketin büyük hissedarıydı adam. Tilki'nin adı Polat olabilir miydi? Pek uyuşmuyordu sanki.
Saat sabahın dördü olmuştu ve hava neredeyse aydınlanmaya başlayacaktı ben hala araştırma yapıyordum. Bir adres bulmuştum, hissedarların evini. Defalarca duvarlar aşmaya çalışmıştım fakat ya güvenlikleri çok iyiydi ya da ben biraz paslanmıştım. Belki bulduklarım istediğim kadar değildi ama şu an benim için en ufak bir bilgi dahi altın değerindeydi. Üzerime ilk bulduğum şeyleri geçirip evden çıktım ve motora atladım. Araba orada kalmıştı, kardeşlerimle birlikte.
Yalıdan hallice villaya ulaşınca güvenliklere görünmeden gözetlemeye başladım, hava neredeyse aydınlanmıştı. Saat neredeyse altı olduğunda siyah bir araba çıktı evden, plakalar uyuşmuyordu fakat belki beni bir yere götürür diye uzaktan takip etmeye başladım arabayı. M&D Holding yazısını görünce hareketlendi bedenim, bu gece araştırdığım paravan şirketti. Belli ki ciddi bir şeyler oluyordu çünkü lacivert takım elbiseli adam arabadan çıktığı gibi koştururcasına şirkete girmişti panikle. Dikkatle izlemeye devam ettim bir süre daha, şirkete girebilir miydim bilmiyordum. Söyleyebilecek bir yalanım da yoktu zaten. Temizlikçi olarak girmeye çalışıp bir klişeye ayak basmaya niyetim de yoktu.
Adam girerken fotoğraflarını çekmiştim, neyse ki beni görmelerine imkan yoktu. Fotoğrafların netliğini kontrol ettikten sonra tekrar yola çıktım. Sıradaki hedefim eve dönerek fotoğraftaki adamın Polat olup olmadığını kontrol etmekti.
Eve girdiğimde tüm perdelerin kapalı olduğunu fark ettim, böyle bırakıp bırakmadığımı bilmiyordum zaten aklım da yerinde değildi. Ceketimi çıkarıp koltuğa attım hırsla fakat tuhaf bir şeyler seziyordum belki de stresten dönen başımla alakalıydı bu durum. Ayakta durmakta dahi zorlanıyordum sanki, dudaklarımı kemirerek bilgisayara doğru ilerlediğimde aniden soğuk kollar sardı bedenimi. Ne olduğunu anlayamadan kendimi duvara yapışmış bulduğumda kaşlarımı çattım. Burnuma dolan sandal ağacı ve lavanta kokusuyla diken diken oldu tüylerim, eliyle gözlerimi kapatmıştı fakat burnum hala yerindeydi nitekim. Ayrıca parfümümün karakteristik kokusu onu çok çabuk tanınır kılıyordu bana kalırsa.
"Beni mi arıyorsun küçük yarasa?" Dediğinde çenemi ileri geri oynattım, bu adamın alaylı konuşmasından nefret ediyordum. Beni öyle güçsüz anlarımda yakalamıştı ki gücümün farkında değildi. Sinirle bacak arasına tekme atarak geri çekilmesini sağladım fakat ev öyle karanlık olmuştu ki önümü dahi göremiyordum bacağının arkasına tekme atarak düşürmeyi başarmıştım fakat çevik bir hareketle beni de kendiyle çekip üzerime düşmüştü. Kolunu başımın yanına koyarak yavaşlattı düşüşünü, ne o beni ne de ben onu net olarak görebiliyordum.
"Ellerin bulunacağı yeri iyi biliyorlar, senin aksine." Kaşlarımı çatarak ellerime baktım, göğsüne dokunuyor olduğunu fark ettiğim halde çekmedim. Tek kaşım havalanırken "Konuşmalarına bakılırsa oldukça kendini beğenmiş birisin." Dedim sinirle. Burnundan gelen nefesten güldüğünü anladım. "Beğenmediğimi nerden çıkardın?" Diye sorarken konuşan kendi miydi yoksa üzerine ağırlık yapan egosu mu bilmiyordum. Rahatsız olarak kalkmaya çalıştım fakat tek hamlede tekrar hapsetti beni. Şimdi alayından eser yoktu sanki, dizini karnımın üzerine getirip baskı yapmaya başladı.
"Canını bağışladım diye beni aramaya kalkacak kadar cüretkar mısın gerçekten. Ben buna aptallık derim işte." Sesi ilk defa bu denli keskin çıkmıştı, ağzından dökülen kelimeler bedenimi kesiyorlardı sanki. Belki de karnıma yaptığı baskıdandı bu.
"Kardeşlerim nerde pislik?" Diye sordum asıl konuya girerek. Sinirle güldü ve tekrar ciddileşti, karanlıkta görebildiğim tek şey gözleriydi ve koyu bir renk olan gözleri bir vakit kaybıymışım gibi bakmaya başladılar bana.
"Seçtiğin hedef yanlış yolda aptal Yarasa. Bizim düşmanımız ortak, şimdilik."
Kaşlarım çatıldı şok içinde ne yani Haldun muydu tüm o şeyleri yapan, o halde bu adam bana neden silah çekmiş, beni apaçık tehdit etmişti? Aman tanrım bunca zamanı boşa harcamıştım..
"Nerden bileceğim Haldun'la bir olmadığını?" Ayağa kalktı ve beni özgür bıraktı, arkasını döndüğü an kafasına bir tekme atmak istesem de bunun benim için karlı bir şey olmadığını bildiğimden duraksadım. "Değersiz bir kızı ikna etmek için uğraşacak değilim." Deyip üzerini düzeltti. Bayık bakışlarım ve önümde bağladığım kollarımla ona bakarken bana doğru dönmeyip ilerlerken çıkıp gidiyor olduğunu fark ettim. Çalan telefonla o da duraksadı, panikle ev telefonuna sarıldım.
Bilinmeyen bir numara arıyordu.

KUZGUNLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin