Bölüm 1: KAFES

46 4 0
                                    

Gözlerine inen perde sanki hareketlerini de kontrol ediyordu. Adeta burnundan soluyorken etrafından gelen sesler birer uğultudan ibaretti yalnızca. Titreyen elleri ve dizlerine rağmen ayakları her zamanki gibi sert basıyordu zemine, sanki dik durmazsa aniden düşecekti. Düşecek, bir daha kalkamayacaktı. En büyük kabusunun gerçek oluşu olurdu bu onun için, hayatı bir kabustan ibaretken, ne kadar korkabilirdi daha fazla?

Keskin bakışları hizasını delip geçerken, uzun zamandır olmadığı kadar karanlıktı ve onu ele geçiren siniri ona hiç yapmayacağı şeyler yaptırabilirdi.

Hiç beklemeden yerdeki bıçağı aldı eline, yeri delerek son sürat ilerlerken odağı tek bir yerdeydi, ne gözünü kırptı ne de yolundan şaştı. Hedefin odağına geldiğinde bir saniye tereddüt etmeden sapladı bıçağı kalbine, gücünün yetmediği sert beden bıçağı içine almamak için öyle direnmişti ki eli de kesilmişti onunla birlikte. Adam geriye attı kafasını, acıyla inlerken karşısındaki kıza yöneldi bakışları, hala gözbebeklerini yakan oksijenmiş gibi bakıyordu doğruca. Göğsüne sapladığı bıçağı çevirdi yavaşça, yüzünü buruşturdu tiksinircesine. Terden ıslanan siyah saçları alnına, yanaklarına  yapışmış, akan tuzlu su  patlayan dudağını sızlatıyodu. Adam yere yığılırken hızla çekti bıçağı. Üzerine sıçrayan kana baktı, tereddütsüzce sildi yüzündeki teri ve kanı. Titreyen elleri korktuğundan değildi fakat nedenini o da bilmiyordu. Kararan gözleri her bir yanını titretiyordu, bıçağın elinden düştüğünü fark etmemişti bile, arkasını döndü ve birkaç adım atmaya çalıştı. Uğultular tüm beynini işgal ederken nereye bastığını dahi bilmiyordu. Sesleri, görüntüleri seçemiyordu hala. Tek bir serzenişi seçti karanlığın içinden.

"Neva, ne yaptın?!"

Yaptım. Dedi içinden, zira konuşamıyordu. Onu öldürdüm.

(Aylar önce)

Alevler içerisinden sıyırmıştım bedenimi, tüm yanıklarımı tuzla tedavi etmeye çalışmıştım. Zamanın kıymetini de bilememiştim öyle ya, kuzgunlar çökmüştü bahçeme, ölümü haber ederlerdi durmadan. Bense, tek sağ kalandım. Solumdaki mermiyle yaşamayı öğrenmiş, küllerimden doğmuştum. Zamanla diğer tüm insanlar gibi öğrenmiştim iki yüzlü olmayı, gülerken ağlamayı, severken nefret etmeyi. Yüzlere takılan maskeler bile süslenir olmuştu artık, ben siyaha boyamıştım benimkini, beni görmesinler diye. Hayatın anlamını bilmiyordum, gerçi kim biliyordu ki? Hayat kaybettiğimiz oyunlardan ibaretti. Kimse anmıyordu kendini kazandıklarıyla, ya da  biz; kaybediyorduk sürekli.

"Neva, sana diyorum duymuyor musun beni?" Kolumdaki sarsıntıyla irkildiğimde kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Yine kopmuştum dünyadan.

"Ne diyorsun?" Diyerek terslediğimde göz devirip söylediği şeyi tekrarladı. Onun içindeki bu heyecan arayışı bitmek tükenmek bilmiyordu. Bu da yalnızca çektiği zamanlarda oluyordu. Onun dışında ruh gibiydi adeta, insana en kötü hissettiren duyguydu etrafındaki insanın saptığı yolun yanlış olduğunu görmeğe rağmen o yolu söküp  atamıyor olmak.

"Ne zaman çıkacağız diyorum." Dedi heyecanla. Göz ucuyla ufuk'a baktım, direkt olarak gözlerini kaçırınca bıkkın bir nefes vererek Atlas'a döndüm, istediği olmayınca zaman zaman krizler geçirebiliyordu. Sinirle karıştırdım siyah saçlarımı.

"Sen bu halde hiçbir yere çıkamazsın." Aniden suratı asılınca yeni bir krizin yaklaşmıyor olmasını diledim. Kısık açık kahve gözleriyle bana bakarken üçümüz de dikkatle onu izliyorduk. Mor gözaltları beyaz teninde burdayım diye bağırıyordu adeta, yumuşak yüz hatları dişlerini sıkınca belirginleşti. Soluksuzca vereceği tepkiyi bekliyorduk.

"Dokunmam onlara." Dediğinde dudaklarım titredi, daha fazla konuşamayacağımı fark edince kafamı Özgür'e çevirdim. Derin bir nefes verip kafasını salladı iki yana. Kahve saçlarını öteleyerek ensesini kaşıdı.

KUZGUNLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin