"Yaralar vardır hayatta,ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen,kemiren yaralar." Der Sadık Hidayet. Daha çok küçüktüm o yaralar açılmaya başladığında, kalpler sandığımız kadar sağlam değilmiş meğerse. Kimse sandığımız kadar güçlü olamazmış, bakışlar sandığımız kadar gerçek de değillermiş. Ve zaman; her şeyi bir şekilde açığa çıkarırmış meğerse. Sen ne kadar derinlere saklarsan sakla, o unutulmaz acılar gelip bulurlarmış seni buz gibi yatağında.
"Yapma."
"Korkuyorum."
"Acıyor, yapma."
Neden kimse duymuyordu beni, neden anlamıyordu? Bir kişi de çıkıp kurtaramaz mıydı, anlamıyorum. Kulağımda yankılanıyor yanan derinin kokusu, sesi. Kolum acıyor, sanki gerçek her şey. Ne tür bir şey bu böyle? Birisi kurtarsın beni, ben sanırım ölüyorum acıdan.
"Neva!" Bir çift el sarstı güçten düşmüş bedenimi, gözlerimi araladığımda gördüğüm endişe oldu kahve gözler terli yüzümü süzüyordu. Eliyle yüzüme yapışan saçları geriye attı ve aniden kendine çekti güçsüz bedenimi, iri bedeninin içinde kaybolmuştum adeta. Deniz kokuyordu ona her sarıldığımda, sanki tenine işlemişti tuzlu denizin kokusu.
"Güvendesin, sadece bir kabustu." Kafa salladım kafa karışıklığıyla. Bu kabus benim gerçeğimdi, bir gerçeğe nasıl kabus denilirdi? Belki de gerçek hayat bir kabustan ibaretti.
Uzaklaşarak dikkatle deniz gözlerime baktı, sanki denizi çok seviyordu çünkü gözlerime bakmaktan keyif aldığını biliyordum.
"Daha iyi misin?" O da alışmıştı artık, bu yüzden çabuk atlattığımı da biliyordu. Aslında atlatmıyordum, bunu da biliyordu. Dördümüz de yüzlerimize maskeleri çok güzel oturturduk, yanan ruhlarımızı çelik zırhlarla saklardık.
"İyiyim." Deyip zoraki bir gülümseme yolladım. İkna olmadığının farkındaydım, o ikna olmuş gibi yaptı bende inanmış gibi.
"Özgür." Dedim çatallaşan sesimle, kuruyan dudaklarımı ıslattım. O bana bakarken ben ona bakamıyordum, bu halimden bile anlamıştı ne isteyeceğimi. Gülümseyerek yanıma uzandı ve kolunu kaldırarak ona sığınmamı sağladı, kolunun altına girerek başımı göğsüne yasladım. Sıcak bir kalp atışı her şeyi teselli ve telafi edebiliyordu sanki.
"Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir Serçe yaşarmış. Kanatlarım ailesinden ve dostlarından çok farklı olan bu serçe düşünür dururmuş.
-benim neden onlar gibi güzel kanatlarım yok, farklı olmaktan nefret ediyorum.
İsyan eder dururmuş çünkü onu hep hor gürürlermiş.
Bir gün ormanda bir söylenti yayılmış, ezeli bir avcı gurubunun geliyor olduğuna dair. Serçeler panikle kaçma planları yapmaya başlamış, düşünmüşler düşünmüşler bir yer bularak oraya kaçmışlar. büyük kanatları sayesinde diğerlerinden çok daha hızlı uçan Serçe hep onları beklermiş. Sonuda buldukları deliklere saklanarak avcıları beklemeye başlamışlar, diğer arkadaşının geride kaldığını fark etmiş birisi, serçe panikle bakmış durmuş ama arkadaşını bulamamış. Avcıların eline düştüğünü sanıp ağlamaya başlamış fakat sonra panikle geriye uçmaya başlamış, annesi onu durdurmaya çalışsa da başarılı olamamış. Sonunda onu bulan Serçe bir avcının namlusunu arkadaşına doğrulttuğunu görerek paniklemiş ve hızlıca uçarak arkadaşını son anda kurtarmış ve bir ağacın tepesine saklanmışlar. Arkadaşı sevinç içinde ağlayarak ona sarılmış.
-Çok teşekkür ederim, sen olmasan ne olurdu bilmiyorum! O büyük kanatların sayesinde beni kurtardın!
Serçe ilk defa gurur duymuş kanatlarıyla, o an fark etmiş ki farklılıklar kötü değildir. Bazen, sadece farklı olman gerekir."
Mayışmıştım, uykusuz geçen gecenin ardından neredeyse uyuyacaktım fakat yapmam gereken işler vardı. Gülümseyerek Özgür'e döndüm.
"Bu işlerde gitgide acemileşiyorsun, eskiden anlattıkların daha duyguluydu."
Özgür kaşlarını çatarak geriye gitti, alay ettiğimi bildiğinden ciddi değildi.
"Bak sen şuna, başkalarına anlattır o zaman küçük hanım."
Gülümsedim ve tekrar sarıldım ona, o anda kapıyı açan gerizekalı sanki baskın yapıyordu.
"Neler oluyor bu aşağılık evde, ayrımcılık kokusu alıyorum." Ufuk çattığı kaşlarıyla narkotik şube köpekleri gibi ciddi bir edayla bizi süzüyordu. Gözlerini kısıp beni işaret etti.
"Seni hain, sana bir daha fındık yok." Gülümseyip boşta olan sol kolumu kaldırdım. Yüzü anında yumuşayınca yanımda biterek diğer tarafa uzandı.
Açık kapının önünden ensesini kaşıyarak geçen Atlas yeni uyanmışa benziyordu veya hiç uyumamıştı. Göz altları hep kırmızı mor arası bir renk olduğundan şu an iki hali de aynı geliyordu. Bizi fark edince önce ani bir şok yaşadı fakat anında ihanete uğramış üç çocuklu anneye benzedi suratı.
"Şu anda yapacağım şeyi sonuna kadar hak ettiniz." Ne demek istediğini anlamayarak birbirimize bakarken koşarak yatağa, yani üzerimize, atladı. Acıyla bağırdım, aslında o kadar da acımamıştı ama biraz vicdan azabı yaratmaktan bir şey olmazdı.
"Lan ikizlerimden birisi patladı galiba!"
Ufuk'un dediğini ilk başta anlamamıştım, Özgür ve Atlas kahkaha atınca gözlerim fal taşı gibi açıldı aniden ve koluna vurup gülmeye başladım. Üç erkeğin içinde bu bel altı konuşmalara alışmıştım yine de bazen devrelerim yanıyordu.
Atlas alkol içiyordu, son zamanlarda hep yanında taşıdığı o alkol matarası iç cebindeydi. Şu anlık bir şey demiyorduk çünkü biliyorduk ki o pis zehrin yerini bir şey doldurmalıydı. Şu an hepimizin tek derdi onu o illetten kurtarmaktı. Biliyordum, bu dünyaya ayıkken katlanamıyordu çünkü beynindeki sesler durmuyordu. Küçüklükten beri böyleydi bu, bazen durur ağlardı susturamıyorum diye.
Atlas benim kanayan yaramdı. Güçsüz tarafımdı."İyice anladınız mı?" Üçüncü kez tekrarladığı planı olur da üçüncü kez tekrarlar diye panikle kafa salladılar, ben bile sıkılmıştım. Özgür'se isteleseler elli kere daha anlatacakmış gibi bakıyordu.
"Anladık yeter ne olur!" Diye isyan etti Ufuk. Sanki ilkokul çocuğuydu.
Atlas arkasında yaslanıp içkisinden bir yudum aldı ve bayık bakışlarıyla bize döndü.
"Haldun'u kim öldürdü?" Girdiği alakasız konuyla tüm gözler ona döndü. Kaçtığını sanıyordum, demek ölmüştü. Aniden gözleri beni buldu, değişik bakıyordu bakışları alkolün etkisinden midir nedir olduğundan daha da cesur duruyordu.
"Biz geldiğimizde sen bahçedeydin, oraya nasıl vardın Neva? Haldun ortalarda yok, diğer cesetlerin arasında da değildi." Bakışlarımı kaçırdım. Bu konuyu netçe konuşmamıştık hiç, konuşmak istemeyince zorlamamışlardı.
"Nereden çıktı bu şimdi?" Dediğimde dizlerini kendine doğru çekti, oldukça duygusuz, umursamaz bakıyordu bana. Omuz silkti ifadesiz suratıyla.
"Merak ettim, aklıma geldi."
Üçü de yalnızca beni izliyordu, anlamsız bir şekilde panik olmuştum. Tilki'nin yüzünü gördüğümü söylersem deli gibi tepki vereceklerini biliyordum ama söylemediğim için de kendimi suçlu hissediyordum.
"Tilki yaptı." Hepsinin kaşları çatıldı, tabii onun orada olduğundan haberleri dahi yoktu. Tüm ev aniden ölüm sessizliğine bürünmüştü, tek duyulan bahçeden gelen rüzgarla sallanan ağaçlardı.
"Ne yani, Tilki önce seni kurtardı sonra da Haldun'u mu öldürdü?" Diye sordu Özgür. Çok agresif görünüyordu, bu kadar sinirleneceğini düşünmemiştim işin doğrusu, kalın kaşları deli gibi çatılmışlardı.
"Neden böyle bir şey yapsın ki, benim bildiğim Haldun'u öldürse bile seni orada öylece bırakırdı." Ufuk konuşmaya daldığında, Özgür hala bana bakıyordu. Sanki beni suçluyordu kahve gözleri, beni suçlamak için hiçbir nedeni yoktu.
"Bizim yolda olduğumuzu bilmemesine imkan yok." Diye dahil oldu Atlas, Ufuk onu onayladı ama Özgür hala dik dik bakıyordu bana. Ateş saçıyordu bakışları bedenime.
"Neden öyle bakıyorsun, bir şey söylemek istiyorsan açık açık söyle." Diyerek çıkıştım Özgür'e. Aniden duraksadı, yutkundu ve arkasına yaslandı. Hala ifadesi suratındaydı fakat suçlamayı kesmişti konuşur gibi bakan gözleri.
"Bir şey söylemek istediğim yok." Diye tersledi aniden.
"Haldun bana bir teklif yaptı, burada onun tekliflerini bilmeyeniniz yok." Duraksayıp tepkilerini ölmek isteyerek onlara baktığımda hepsinin ima ettiğim şeyi anladığına sevinmiş daha çok rahatlamıştım. "Karşılığında sizi bırakacağını söyledi, düşünmeden kabul ettim çünkü sözlerini tuttuğunu biliyordum. İşte tam o an.." Derin bir nefes aldım ve devam ettim. "Tilki geldi."
Şimdilik dün yaşananları bilmeseler de olurdu, yeterince gergin görünüyorlardı.
"Hayır, bu kadar basit olamaz. Tilki'den bahsediyoruz." Özgür çok düşünceli görünüyor, öylece halıya bakıyordu eli çenesinde. Çenesini sağa sola oynatırken gergin olduğunu çok net belli ediyordu.
Hep onu tanırmış gibi konuşurdu ve bir nefreti vardı ona karşı. Diğer kimse onu sevmiyordu fakat nefret de etmiyordu çünkü tanımadığın birinden nefret edemezdin.
"Bu kadar yeter, bunları konuşmak istemiyorum. Bir an önce hazırlanıp çıkalım. Daha devirmemiz gereken bir çocuk satıcısı var. Hiç birimiz Robin Hood değiliz."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZGUNLAR
Ficção AdolescenteNeva travmaları peşini bırakamamış 25 yaşında, genç bir kızdır. Yetimhaneden kaçarak girdiği çete geldiği yaşa dek ona üç kardeş kazandırmıştır. Korkusuzluğu ve gözü kara olmalarıyla tanınan "Kuzgunlar" yeraltı dünyasında gitgide tanınmış, bir sürü...