Bir sebep göster sevmeye;
Kalbimin tekrar pır pır etmesini sağlayacak bir hayat öpücüğü doldursun dudaklarımı.
Bir sebep göster konuşmaya;
Sessizliğin sessiz serzenişlerini bastıracak denli, sağlam bir konuşma olsun bu.
Bir sebep göster inanmaya;
Tanrı neden uzatmaz ellerini, tutmaz ellerimi, hepsini karşılayacak bir cevap olsun.
Bir sebep göster, yaşamaya.Gözlerim acıyor, karanlık ağrıtıyor sanki onları. Ağır meseleler döndürüyor beynimi. Eylül rüzgarları esip geçiyor saçlarımı savurarak, oysa burada bir pencere bile yok. Kaç senedir sol yanımda bu yara, yeni yeni yakıyor tenimi bu denli. Hazan kuşları kapıya dayanmış, nasıl olur da içeri alırım onları? Hayatın anahtarlarını tutuyor hala Tanrı. Sahi; Tanrı. İnancı söküp aldılar kalbimden, henüz küçükken. Çocukken demiyorum, küçükken. Çocukluk nedir bilmem ben. Tanrı hiç sarmadı bedenimi, çekip çıkarmadı bu pislikten beni. Şimdi ben kırgın değilim, kızgın da. Bir kuzgun oldu kaçtı ruhum dağlara.
"Kurtarıcı Şeytan'ın geldi aptal Yarasa." İliklerime kadar hissettim sıcak nefesini. Ölüm kadar soğuk duyuluyordu oysa. Ellerinde ölüm taşıyan bir adam, nasıl olurda sıcak olurdu böyle? Her şeyi kabullenmiştim, yüreğimde ölümüne saatler kalan bir kelebek kanat çırpıyordu.
"Beni kurtarmaya meraklı olduğunu düşünmüyorum. Beni yorma Tilki, amacın ne? Neden durdurdun onu, neden buradasın?" Diye sordum varlığını hala ardımda hissederken. "Sen bir Şeytan olabilirsin ama asla bir kurtarıcı değilsin. Bunu biliyorum." Ne yaşını, ne görüntüsünü ne de adını bilmiyordum fakat bunu biliyordum işte. İnsan yaptıklarıyla değil, yapmadıklarıyla anılırmış ne de olsa.
Güldü söylediğim karşısında fakat bu eğlenen bir gülüş de değildi. Duyduğum en duygusuz gülüşlerdendi, sesinden bir şeyler anlamak zordu belki ama onun gülüşleri bile hissizdi. Bir süre sessizliğin ardından yumuşak sesi duyuldu boş bodrumun içinde, sakindi. Sanırım. Biliyordum bizden başkası yoktu burada, üstelik adım sesleri bile duyulmuyordu artık, sanki tüm mekan sessizliğe bürünmüştü o gelince. Kelebeğim kanat çırpmaktan yorulmuştu artık, pes etmek üzereydi sanırsam.
"Ben asla yalan söylemem Yarasa, bazen doğruları söylemediğim oluyor sadece." Etrafımda dolanmaya başladı, sabrım kalmıyordu artık. Bedenim değil, ruhum çok bitkindi. Mantalitem kaldırmıyordu artık tüm bu yaşananları, kendimi her zaman fiziksel olarak en zoruna hazırlamıştım, kendi içimi unutmuş, oraya hiç dönmemiştim. Beni öldüresiye dövsünler istedim, dövsünler ama sonra kardeşlerimi bana geri versinler.
"Seni yem olarak kullandım Yarasa." Kaşlarım çatıldı, bunu nasıl yapacaktı? "Haldun size fazla sinirliydi. Ve duygular insanların aptallığının en büyük sorumlusudur. Haldun da tahmin ettiğim gibi aptal intikam hırsına bürünerek kendini açık etti, senin sayende onu kolayca tuzağa düşürdüm."
Çok zekiceydi, haklıydı da. "Yılanın başını olabildiğince erken ezmek gerekiyor." Dediği gibi; duygular insanların aptallıklarının en büyük gerekçesiydi. Ben onları bulmak için her şeye kör olmuştum, duygularım ağır basmıştı ve kolayca bir tuzağa düşmüştüm.
"Peki," dedim dürüstçe. "Şimdi bana ne yapacaksın, öldürecek misin?"
Birkaç kez dilini damağına vurdu, hala etrafta dolaşmaya devam ediyordu. Adımlarının yanı sıra sanki kokusu da dönüyordu etrafta. Bu rutubet kokusunu dahi bastırıyordu parfümü.
"Bir sebebim olmadan insanları öldürmem Kuzgun." Sanırım sinirlenince bana Kuzgun diyordu. Çünkü 'yarasa' ve 'kuzgun'u kullandığı zamanlar arasında kesinlikle bir bağlantı vardı.
Aniden aramızdaki mesafeyi kapatarak kulağıma eğildi tekrar. Nefesi yeniden bulmuştu boynumdaki yerini. Sanırım kirli sakalları vardı çünkü battılar tenime, koluma değer parmağı içimi titretti çünkü taktığı yüzük teninin aksine buz gibiydi.
"Duygusuz olduğunu sanıyorsun Neva." Tüm bedenimin titrediğini hissettim onun zikrettiği ismimle. Kafam karışmıştı. Diğer her şey gibi. "Kötü birisi olduğunu düşünüyorsun ama görüyorsun ya burası kurtlar sofrası." Duraksadı, sanki hazmetmemi istedi. Ben bunu zaten biliyordum, hayat zorla öğretmişti bunu bana. Yine de ağlamak istedim. "Hayatın seni getirdiği bu hali, benliğin sanıyorsun ama sen hala küçük bir kız çocuğusun Neva. Karanlığı sevmiyorsun." Bir hıçkırık çıktı dudaklarımdan, sanki beni benden daha iyi tanıyordu bu yabancı. İçim öyle titriyordu ki tüm bedenim titremeye başladı, içimde atlar koşuşturuyor, kalbimi ezerek geçiyorlardı.
Aniden gözümdeki sargıyı çözerek görüşümü özgür bıraktı fakat ben gözlerimi açmadım. Karşımda duran adamın kim olduğunu unutmadım.
"Bu kurtlar sofrası öyle iğrençtir ki, neler yapabilirler sen bile bilemezsin. Kötülük dört bir yanında, her yerinde ama sen sadece grisin, sanki yaşamıyorsun." Gülümsedi burnundan nefes vererek, bir süre sessizleşti. "Gözlerini bile açamıyorsun, gerçekleri sevmiyorsun. Cesursun belki ama.. korkuyorsun küçük kız, hala büyümemişsin sen."
Yutkundum, aslında yutkunamadım. Oturduğum sandalyenin iki yanına koymuştu ellerini, elleri bacaklarımın iki yanında olduğundan anlamıştım bunu. Kalbime bıçaklar saplanmıştı, gözlerimden süzülen damlalar isteğimin dışındaydı. Ağlamaktan nefret ederdim. Gözyaşlarından nefret ederdim. Kendimden de nefret ediyordum şu anda.
Sessizce ellerimi çözdü ve tekrar eski haline geri döndü, boyunu hesaba katarsak yüzlerimizi eşitlemek için eğiliyor olmalıydı. Aslında, belki de haklıydı. Bir korkaktan ibarettim ben, bunca yıl yüzüme bir maske takarak yaşamaktan başka yediğim bir halt yoktu. Kaybettiğim her savaşla damarlarımdan çekilmişti hayatın sıcak nefesi. Grileşmiştim ben, haklıydı. Ne yeterince siyahtım ne de yeterince beyaz. Yok gibiydim, hiç gibi.
Aniden açtım gözlerimi, tahmin ettiğim gibi bir nefes yakınımda duruyordu, tam karşımda. Görmekte zorlandım bir süre, loş ışığın altında dahi olsak acıyordu gözlerim. Yarım yamalak aydınlatan ışıktan yansıyan bal rengi gözleri ilk defa bu kadar net görüyordum, bir o kadar yumuşak, bir o kadar karanlıktılar sanki. Bu adam tahmin edemeyeceğim kadar yakışıklıydı. Dağınık saçları, sanki çok dikkatle sabitlenip bir harabe sonucu dağılmışlardı. Yüz hatları yumuşak ve kusursuzca inse de keskin görünüyordu. Burnu hafif kemerliydi fakat yüzüne tam oturuyordu, dudakları ne ince ne de kalındılar. Simsiyah giyinmişti, karanlığın kendisi olmak istiyordu sanki.
Buz mavisi gözlerimi hızlı bir kaçamağın ardından gözlerine diktim, keskin bakışlarım onun hoşnut bakışlarını delip geçmek istiyordu. Sanki bunu yapacağımı biliyordu ve sanki, bunu yapmamı istemişti. Hafifçe hoşnut bir tebessüm ediyordu yalnızca. Bayık bakışlarıma nazaran istediği her ifadeyi kondurabiliyordu gözlerine. Tehditkar fakat aynı zamanda alaylı bakıyordu karanlık bakışları.
Yutkundum ve anlam veremediğim şekilde akıp duran gözyaşlarımı silmek için yeltendim fakat buna da izin vermeyerek kolumu tuttu. Anlam veremeyerek ona bakıyorken bir yandan da kolumu kurtardım hızlıca.
"Ağlamak değil zayıflığın Kuzgun, senin zayıflığın duyguların. Sandığının aksine kaybedecek şeyleri olan her insanın kalbi hala insanca çarpıyordur."
Benim kaybedecek bir şeyim yok demeye getiriyordu. Belki de bu 'benim kimsem yok' demekti aynı zamanda. Bir insanın nasıl kaybedecek hiçbir şeyi olmazdı? Etrafından kim giderse gitsin hiçbir şey hissetmez miydi, hiçbir şey.
Ellerimdeki ipleri aniden boynuna doladım, ayağa kalkmadım çünkü hali hazırda eğiliyordu zaten. Gülümseyişi büyüdü, hoşuna gidiyormuş gibi bakıyordu veya yalnızca alaylı bir bakıştı bu.
"Büyük tespitlerini kendine sakla Tilki ve istediğin kadar uğraş. Sen benim kalbimi kıramazsın, zehrini başkasına akıt."
İterek bıraktım onu, itiraz etmedi, hareketlerimi kabullendi. Ayağa kalktığımda fark ettim ayaklarımın ne kadar uyuşmuş olduğunu, hemen yürüyebileceğimi sanmıyordum çünkü uyuşan bacaklarım karıncalanıyordu ve canımı acıtıyordu.
"Rica ederim Küçük Yarasa." Diyerek çıktı bu leş bodrumdan, dayanamayarak tekrar oturdum sandalyeye. O geldiğinden beri nefesimi tutuyordum sanki, derin nefesler alıp vermeye başladım zar zor. Kalbime bastırdığım elim sanki geçirecekti ağrısını, nefes alamıyordum ve bu iğrenç rutubetin içerisinde alabileceğimi de sanmıyordum.
Bu yabancı, benim dahi bilmediğim yaralarımdan vurmuştu beni. Hiç tanımadığım yaralara basmıştı acı tuzunu.
Nefessizliğe daha fazla dayanamayıp koşarak çıkmaya başladım merdivenleri. Sonunda evin içine ulaşmıştım, yerde yatan tanımadığım adamlardan başka hiçbir şeyi seçemiyordu gözlerim. Etraf bir ölüm sessizliği içerisindeydi. Koşarak bahçeye uzanan kapıdan dışarıya attım kendimi. Oksijen henüz burnuma doluyormuşçasına uzun zaman sonra nefes alabildiğimi hissettim. Dağılmış saçlarım, esen soğuk poyrazla yüzüme düştüğünde tek hamlede geriye atıp yere çöktüm. Çimlerin üzerine düşen bedenim ne kadar tükendiğini bir kes daha anlatmıştı bana. Ağlamak istemiyordum artık, güçlü durmak zorundaydım. Kalbimin anlamadığım bir şekilde anlatamadığım kadar yaralandığını hissediyordum sadece. Üstelik kimsesiz gibiydim artık. Aklım çalışmıyordu, düşünecek gücüm de yoktu. Az önce kendimi nefret ettiğim bir adama teslim etmek üzereydim. Hala midemde kıpırdak bir bulantı uyandırıyordu bu durum.
Eve bir araba yaklaşınca kafamı kaldırdım şaşkınca, Haldun'un adamları geliyor olabilir miydi? Kalkıp saklanmak istedim fakat kalkamayacak kadar tükendiğimi hissettim, vazgeçmiştim artık.
"Ne olursa olsun." Diye fısıldadım hiçliğe doğru. "Vazgeçiyorum artık."
Araba önümde durdu ve içinden üç kişi indi. Yüreğimdeki kelebek kıpırdandı, çoktan öldüğünü düşünmüştüm. Tekrar kanat çırpmaya başladı. Çattığım kaşlarımla kafamı kaldırdım, gözüme giren güneş görüş alanımı kısıtlıyordu.
"Neva!" Diye coşkulu ve özlem dolu bir haykırış işittim. Yıllardır hiç ağlayamamışken son günlerde oldukça cömertti gözyaşlarım. Zira, bu haykırışı işittiğim an benden bile habersiz süzülmeye başlamışlardı yanaklarıma doğru. Haykırarak ağlamaya başladım, bir o kadar içli, bir o kadar isyankar.
İri bir beden koştu bana doğru, sarmaladı kolları arasında küçücük kalan bedenimi. Bir hayat öpücüğü kondurdu siyahlara çaldığım saçlarıma.
"Benim minik Serçe'm."Herkesin aksine, o hiçbir zaman Kuzgun dememişti bana. Hep Serçe'm diye sevmişti beni.
Çok küçük ve zayıf bir kuş olmasına rağmen serçe çok güçlü bir hayvandır. Koruma duyguları ön plandadır ve sağlığı, uğuru temsil eder.
Herkes bizi ölümün, acımasızlığın simgesi yerine koyarken birisi bana Serçe diyordu. Ne garip.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZGUNLAR
Ficção AdolescenteNeva travmaları peşini bırakamamış 25 yaşında, genç bir kızdır. Yetimhaneden kaçarak girdiği çete geldiği yaşa dek ona üç kardeş kazandırmıştır. Korkusuzluğu ve gözü kara olmalarıyla tanınan "Kuzgunlar" yeraltı dünyasında gitgide tanınmış, bir sürü...