Bazı insanlar sadece şanslı doğardı, bazıları ise şanslarını yaratmak mecburiyetinde kalırdı. Hiç aranmayan tesadüfler ruha en iyi gelenler olurdu genelde. Acımasız bir kalbi ne eritebilirdi ki? Duygusuz bir ruha, renkleri ne vaat edebilirdi tekrar, görmeyen bir çift göze gökkuşağının güzelliği nasıl anlatılabilir, yorgun bir beyni kim canlandırabilirdi? Belki aşk.
Hayır, aşk saçmalıktan ibaret. Şu anda izlediğim bu aptal romantik komedi ancak uzaktan izlenebilir. Hiçbir kader ağı örmez böyle güzel şeyleri, ancak kitaplara, dizilere konu olabilirdi zaten böyle mucizeler.
"Sen başka bir muhitin, başka bir dünyanın insanısın Orhan. Yokluk nedir bilmeden büyümüşsün, her isteğinin yapılmasına alışmışsın. Ama ben.."
"Ama sen?"
"Ben fakirim, çalışıyor hem kendime hem anneme bakıyorum. Aramızda para farkı var, görgü farkı var!" Diyordu oturdukları çay bahçesinde yanındaki adama isyan edercesine.
"Ne izliyorsun?" Diye yanıma bir yaratık atlayınca çattığım kaşlarımla ona baktım, neredeyse kucağıma atlayacaktı hayvan, bunların hiçbiri cüssesinin farkında değildi.
"Yeşilçam." Diye kestirme bir yanıt verince duraksayarak benimle izlemeye başladı Ufuk, kaşlarını çattı aniden isyan edercesine.
"Oğlum niye naz yapıyor? Hem anasına hem kendine bakmaya çalışıyorsa, zengin adama bassın işte nikahı."
Yandan yandan ona bakıp tekrar televizyona döndüm, sanki duyacaktı kadın. Bir iç çektim aniden.
"Çok ortak noktamız var." Gözlerini kırpıştırarak bana bakmaya başladı sorgularcasına, bir yandan da elinde getirdiği taze fındığı kırmaya çalışıyordu.
"O niye?" Dedi dişiyle kırdıktan hemen sonra. Omuz silktim nazlı bir edayla.
"İşte o annesine bakıyor bende size, bu gidişle bende zengin bir adama rest çekeceğim." Bir kahkaha attığında bende gülümsedim ciddiliğimi bozarak. Üst kattan gelen Özgür de dahil oldu konuşmaya, suratından belliydi keyifli olduğu, hafifçe büyük burnu keskin hatlı yüzüne tam oturuyordu, kalın kaşları alayla havalandı muhabbetimize, üst dudağı ince alt dudağıysa ona nazaran daha kalındı, kıvrıldılar tek taraftan.
"Yalnız küçüğümüz sensin, nasıl bize bakıyorsun?" Gözlerimi kısarak nemrut bir surat yolladım Özgür'e o bu sırada elini uzatmış Ufuk'un fındıklarını tartaklıyordu.
"Ya kardeşim git mutfaktan alsana! Zorbalık bu yaptığın." Ufuk'un dediklerini gram kaale almayarak tekrar bana döndü ağzına attığı fındıkla.
"Şimdi şöyle, yaş sadece rakamdan ibarettir. Sana hiç yakıştıramadım." Diyerek üste çıktım aniden.
O sadece gülmekle yetinirken Ufuk'un televizyona dalmış olduğunu fark ettim.
"Şimdi bunun gözleri görmüyor mu?" Diye sordu merakla
Tam cevap verecektim ki banyodan bir çığlık yükseldi.
"A! BÜLLÜĞÜM YANIYOR!" Fal taşı gibi açılan gözlerimi arkadaki banyo kapısına diktim şaşkınca.
"Neyi yanıyormuş?" Diye sordu Ufuk şaşkınca.
"Büllüğü." Sorusunu tamamladım dalgınlıkla, bana 'ciddi misin?' Der gibi baktıktan sonra ayaklanarak kapının önünde durdu.
"Nasıl yanıyor lan?" Diye sordu Atlas'a. Acaba yine halüsinasyon mu görüyordu, bir haftadır ağzına bile sürmemişti ve açıkçası çok zorlanıyorduk ama son olanlardan sonra gözünde ilk defa o kararlılığı görmüştüm. Hepimiz gördük. Belki de bu sefer olurdu gerçekten. Sonunda çıktı banyodan, gri eşofmanının o kısmını tehlikeli bir madde gibi işaret etti.
"Öleceğim sandım, işemek hiç bu kadar acı verici olmamıştı." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, ne olduğunu çözmüştüm çoktan. Bu aptal tam balık hafızalıydı.
"Abartma lan, süt çocuğu musun?" Diye azarladı Özgür. Küçükken bundan daha abartılı tepkiler veriyordu. Bir keresinde canı öyle yanmıştı ki orasını kapatmadan ortalığa çıkmıştı. Tek hatırladığım Özgür'ün panikle gözlerimi kapatışıydı. Kıkırdadım hatırlayınca, aniden üç çift göz dönünce göz devirdim.
"Aptal, üşüttüğünde böyle olduğunu bilmiyor musun? Oralarda hastalanmış olmalısın."
Kendi hassasiyetlerini bile ben hatırlatıyordum, üçü de hatırlayarak kafa salladılar.
"Kedi kıçını görmüş.." diye söylendi Ufuk, koltuğa dönerken. Atlas dudaklarını birbirine bastırdı ve sağ kaşını havalandırdı, sarı saçlarını şöyle bir savurup bana döndü.
"Benim çavuşumu kıskanıyor, Küçük Ufuk." Ufuk şaşkınca ona dönüp küfretmeye başlayınca güldü Atlas. Omzumu duvara dayayıp kollarımı önümde kenetlemişken alaylı ifademle Atlas'a döndüm.
"Az önce büllüktü ne ara rütbe atladı bu çavuş?" Ufuk kendini yerlere atarak eşek gibi anırmaya başlayıp "Vurdu gol oldu." Diye tamamladı gülmekten zar zor konuşurken.
"Aşk olsun, sen anca kalp kır. Çirkef." Diyerek yukarıya çıkan Atlas'a gülüp tekrar koltuğuma döndüm.
"Şu bahçeyi ilaçlayayım ya, her yerimi ısırdı pezevenkler." Kollarını kaşıyarak söylenen Ufuk da mutfağa doğru ilerledi, merhem sürecek olmalıydı. Tekrar koltuğa oturdum, hala bitmemiş filme bakarken aklım öyle doluydu ki ne dediklerini dahi anlamıyordum. Atlas uzun zamandır hiç böyle modunda değildi, belki birazdan yine eski haline dönecekti ama onu kısa süreli de olsa böyle görmek bir şeylerin değişebileceğine olan inancımı daha da arttırmıştı. Bir haftadır düzeli olarak terapiye gidiyor aynı zamanda diğer bağımlılarla ufak sohbetler ve itiraflarda bulunuyordu bir başka seansta.
O gün hala tüylerimi diken diken ediyordu, Tilki beni neden kurtarmıştı, neden yüzünü göstermişti bilmiyordum. Ertesi gün kellemi almaya gelir diye tahmin etmiştim ama şaşırtıcı şekilde öyle olmamıştı. Ses seda yoktu hatta. Atlas'ın bize ihanet ettiğini sanarken bu defa bağımlılığına yenilmeyerek onları kandırmıştı, bu sayede yerimi bulmuş ve diğerlerinin kurtarılmasına da yardım etmişti. O gün oraya geldiklerinde kalbimin durduğunu sanmıştım, hiç bu kadar damarlarımda hissetmemiştim adrenalini. Beni sarıp sarmalayan Özgür'ü diğer ikisi takip etmişti, o bir sarılışın sıcaklığını ilk defa hissetmiştim böylesine yüksek.Uyku haplarıyla zar zor uyuyan Atlas'ın uyuduğuna emin olduktan sonra sessizce kapadım kapısını. Bahçeye inerek bahçe salıncağına oturdum ve dizlerimi kendime çekerek ağır ağır sallanmaya başladım. Soğuk hava tenime işlerken esen rüzgarla tüylerim ürperdi, bir yandan da gecenin içinde sallanan ağaçların kokusu doldu burnuma. Kapüşonumu kafama geçirip lacivert gökyüzüne baktım. Saat on ikiyi biraz geçiyordu, diğerleri odalarına çekilmişlerdi. Yine de içimde bir his vardı, garip bir şey. Uzun zamandır hissedemediğim kalbimi titreten bir düşünce, nefesimi kesen bir his. Biraz yürümek geldi içimden, uzun zamandır karışmıyordu ruhum geceye ve ait olduğu sokaklara. Bir sokak çocuğundan bu kadar ev insanı oluyordu işte.
Yarım saati geçkin süredir yürüyordum karanlık sokaklarda, sokak ışıkları dahi titrek aydınlatıyordu bu ara sokakları. Yine de her evin önüne ekili güzel ağaçlar, çiçekler İstanbul kalabalığındaki dar ara sokaklardan farklı gibiydi. Sert esen rüzgara daha fazla dayanamayarak teslim oldu kapüşonum, gecenin karanlığında savuran siyah saçlarımı gelişigüzel düzelttim fakat rüzgarın bir getirisi daha vardı bana. Bir koku. Aldığım sandal ağacı kokusunu takip ettim hızlı adımlarla, fakat hiçbir şey göremiyordum. Belki de deliriyordum, galipten kokular da mı duymaya başlamıştım acaba? Diye düşünmeden edemedim.
Tam gidecekken ufak bir ses işitti keskin kulaklarım, çıkmaz sokağın köşesindeki çöp konteynırının yanında, sırtını duvara yaslamış bir adam uzanıyordu. Elini karnına koymuş bastırırken, beyaz gömleği neredeyse tamamiyle kan kırmızısı olmak üzereydi. Sık sık alıp verdiği nefesleri yaralı olduğunun kanıtıydı, kafasındaki şapka yüzünün yarısını örtüyordu fakat kokusu onu ele vermişti. Şimdi neden Yarasa dediğini daha iyi anlıyordum.
Birkaç adımda vardım yanına, ters bakışları beni buldu sanki burada olduğumu biliyormuş gibi hiç şaşkınlık sezmedim çehresinde. Zaten yüzü de yarım yamalak aydınlanıyordu.
"Delinmişsin Tilki." Şaşırtıcı biçimde alaylı ifadesini hiç bozmuyordu fakat sıktığı dişinden bile anlaşılıyordu acı çektiği.
"Alışkınız, sıkıntı yok Yarasa." Kafa salladım ellerimi önümde kenetlemişken, onu bu halde ve burada göreceğimi ölsem hayal edemezdim.
Önce üstümdeki kapüşonluyu hemen ardından içimdeki atleti çıkarıp kapüşonluyu tekrar giydim. Uzun atleti tek hamlede yırtarak önünde diz çökerek eğildim. Buz gibi eli kolumu tutunca eğdiğim başımı kaldırmadan gergin suratına baktım, konuşamayacak gibi görünüyordu.
"Yapma." Dediğinde kaşlarımı çattım. Bir silah yarası olabilir miydi, öyle olsa da yaraya tampon yapmak gerekliydi. Sorgulayan bakışlarım odağındayken koyu bakışları keskinleşti.
"Yardım etme, nefret ederim." Deli miydi bu? Eğer şu an bunu yapmazsam ölürdü şuracıkta. Açıkçası normalde umurumda olmazdı fakat o beni kurtarmıştı şimdi de ben onu kurtarmalıydım aksi halde yaptığı asla çıkmazdı aklımdan. Aslında, onu unutmak istiyordum.
"Neden?" Diye sordum sanki çok vaktimiz varmış gibi. Bakışları neredeyse hiç buluşmuyordu benimle, suratına baksam hiç yaralı değil gibiydi.
"Yardım edersen sana borçlu olacağım ve birisine borçlu kalmaktan nefret ederim. Çek git küçük kız, ben hallederim."
Kaşlarım çatıldı sinirle, istemiyorsa ısrar edecek değildim. Tek başına ölebilirdi burada, yine de düşüncelerimiz şaşırtıcı bir biçimde uyuşuyordu ve ben bu borcu ödemeden gitmek istemiyordum.
"Kes sesini Tilki." Diye tersleyip bastırdığı ellerini çekerek yarasını açtım, neyse ki bir kurşun değil de bıçak yarasıydı.
"Zayıflığımı mı kullanıyorsun sen?" Diye sordu alaylı ifadesiyle, hiçbir şey kaçmıyordu koyu gözlerinden, nasılsa bu halde bir şey yapacak hali yoktu. Saçları terden biraz ıslanmış ve dağılmıştı, bu haliyle bile yaralı Yunan heykellerini andırıyordu. Açıkçası çirkin, sakallı bir yaratık olmasını bekliyordum. Tek dikkatimi çeken kaşındaki bıçak yarasıydı, onun dışında hiçbir yara yoktu kollarında ve yüzünde.
"Nasıl da hemen anladın." Diye dalga geçtiğimde kafasını iki yana sallayıp duvara yasladı.
Atleti sıkıca bağlayıp uzaklaştım ondan, ellerimdeki kanlara baktım kısa bir an, yutkunarak odağımı başka yöne çevirdim.
"Şimdi ödeştik, kimsenin kimseye borcu kalmadı Tilki." Muhtemelen adamları onu arıyordu şu an, çünkü üzerinde anlamlandıramadığım bir rahatlık vardı. Ellerimdeki kan neredeyse kuruyacaktı çünkü deli rüzgar bastırmıştı aniden. Savrulan uzun saçlarımda gezindi gözleri bir süre. Arkamı dönerek geldiğim yönden ilerledim.
"Sen borcunu kolay kolay ödeyemezsin küçük kız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUZGUNLAR
Ficção AdolescenteNeva travmaları peşini bırakamamış 25 yaşında, genç bir kızdır. Yetimhaneden kaçarak girdiği çete geldiği yaşa dek ona üç kardeş kazandırmıştır. Korkusuzluğu ve gözü kara olmalarıyla tanınan "Kuzgunlar" yeraltı dünyasında gitgide tanınmış, bir sürü...