21

7.1K 670 224
                                    

SELAMMMMM!!!

nabersiniz, biz geldik🥺

bolum sonunda konusalimmmm, iyi okumalar🫶🏻🫶🏻

*****

Gri renkteki (ya da öyle kirlenmişti ki ben beyazı tanıyamaz olmuştum) duvarın ortasına asılmış saat gece on ikiyi gösterdiğinde ortamdaki gerginlik solunur haldeydi. Jimin’i Yoongi aracılığıyla zor da olsa odaya geri getirmiştim. Hala yediği birkaç yumruğun etkisinden çıkamamış olan Minhyuk’un yanından ayrılmayı reddetse de konuşmamız gerektiğini biliyordu. O biliyordu bilmesine ama şimdi yanımda, aramızda bir kişilik mesafeyle oturan, başı önünde, ellerini kucağında, suratında düşünceli bir ifadeyle kim bilir konuştuklarımızı kaçıncı kez kafasında tekrar eden Jeongguk uzun zamandır konuşmamıştı. Onu hareket ettirip koltuğa oturmasını bile ellerinden tutarak ben sağlamıştım. Yoksa Jimin’in ve Yoongi’nin söylediklerinden sonra öylece boşluğu izlemeye bir süre daha devam edeceğinden emindim.

Her şeyin farkında olduğunu biliyordum. Kendi kafasında bunu nasıl oturtmuş, bana güvenmek istemeyi nasıl seçmişti bilmiyordum fakat o bir adım attığında koşmaya başlayan ben, bu fırsatı geri çevirecek değildim. Ne olursa olsun onun yanında olurdum. Tökezlediğinde elini tutar, düştüğünde kaldırırdım. O bana izin verdiği sürece yanından ayrılmaya da niyetim yoktu.

Onu yalnızca arkadaşlarıma ve bana yumruk sallarken ve suratı öfkeyle, ya da aldığı hasarın verdiği acıyla kasılmışken görmenin verdiği tuhaflık bu günlerde gün yüzüne çıkıyordu. Hayatına tam olarak adım attığımdan beri yüz hatlarını terk etmeyen o düşünceli ifade can sıkıcıydı. Bunu düzeltmek tamamen benim elimdeydi. Jeongguk’u ne üzgün ne de böylesine dalgın görmek istemiyordum. Ona gülmek yakışıyordu. Tavşan dişleri görünene, güzel bambi gözleri kısılana, burnu kırışıp yanakları allaşana dek gülmek… Bu görüntüyü başka hiçbir şeye değişemezdim.

Yani, şimdilik…

Onun daha çok görmediğim yanı olduğuna emindim. Öğrenmek için sabırsızlandığımı bilmek için beni çok fazla tanımaya gerek yoktu.

“Ne oldu prenses, gerçekler canını mı sıktı? Neden düştü yüzün?”

Jimin’in öfke ve alay kırıntılarıyla dolup taşan ses tonuyla kurduğu cümle, yeterince gergin değilmişiz gibi odadaki herkesin bir anlığına nefesini tutmasına neden oldu. Duyulan tek ses, saatin tik tak sesiydi.

Jimin bu arkadaş grubundaki belki de en güler yüzlü kişiydi. Tersi pisti evet, ama onu daha önce benim değer verdiğim bir kişiye karşı bu denli nefretle bakarken görmemiştim. Yalnızca birkaç saat önce beni dizlerine yatırmış, Jeongguk hakkında konuşmamı yüzünde hevesli bir gülümsemeyle dinlemişti. Minhyuk'un dayak yemesini belli ki ondan çok kendisi yedirememişti. Sinirini buna yoruyordum.

Jimin’in suratına doğru attığım ters bakışları Yoongi’yle göz göze gelip fark ettiğimde suratımı ifadesiz tutmaya çabalamak zordu. Arada kalmıştım. Jeongguk’u korumak için dudaklarım arasından çıkacak birkaç cümleye bakardı Jimin’in öfkesine kurban gitmem. Bunu göze alamazdım. Jeongguk kendi adına konuşamayacak biri değildi. Olası bir kavga durumunda araya girerdim ama onun adına konuşmamdan rahatsız olacağını da bilerek susmayı tercih etmiştim.

“Jimin.” derken sesini olabildiğince kısık tutmaya çalışan Yoongi’nin de benim gibi ufak bir gözlem sonucu çıkabilecek kavgayı hissedip yanında oturan öfkeli civcivi sakinleştirmek amaçlı konuşması atmosfere karışmıştı. Jimin’in onu dinlemek ya da susmak adına bir adım atmayacağını gösteren bakışlarının hedefi Jeongguktu.

lavender haze . taekook / slow updateHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin