Dört gündür her sabah olduğu gibi yine neşe içinde uyandım. Bu yeni his, içimde açan bir çiçek gibiydi. Artık nişanlı bir kadındım. Sevdiğim, kalbimin her atışını adadığı adamla nişanlıydım. Bunun hayalini bile kurmazdım. Hatta hayal kurmaya bile cesaret edemezdim.
Hayatım boyunca evlilik, çocuk sahibi olmak ya da birine bağlanmak gibi düşünceler bana uzak gelmişti. Gelinlik giymek, bir aile kurmak... Bunlar, hayal bile etmeye değer görmediğim kavramlardı. Ama Kuzey... O hayatıma öyle bir giriş yaptı ki, tüm inançlarımı, tüm tabularımı alt üst etti.
Önce onun karakterine aşık oldum. Dimdik duruşuna, kararlılığına ve kendine olan güvenine... Ardından o derin bakışlarına, huzur veren sesine ve içime işleyen kokusuna. Ama beni en çok etkileyen, onun bana olan tavırlarıydı. Kuzey’in şefkati, merhameti ve beni nasıl önemsediği... Hayatımda hiç kimse bana onun baktığı gibi bakmamıştı.
O, gönlü çok güzel bir adamdı. Bana bakarken bile beni incitmekten çekinir gibiydi. Hayatıma girdiği ilk andan bu yana, tek bir kötü sözüyle bile kalbimi kırmamıştı. Hep nazik, hep sabırlıydı. Beni olduğum gibi kabul etmiş, geçmişimden ya da korkularımdan dolayı asla yargılamamıştı. Kuzey, hayatıma yalnızca aşkı değil, güveni, huzuru ve mutluluğu da getirmişti.
Bu sabah yatağımda gerinirken parmağımdaki yüzüğe baktım. Bir ömür boyu sürecek bir yolculuğa çıkmıştım. Kuzey'in yanında, onun sevgisiyle her şeyin üstesinden gelebilirdim.
"Günaydın kızlar," diyerek kahvaltı sofrasına oturdum. Masada, çayın buğusu eşliğinde sıcacık bir huzur vardı. Tuba erken kalkıp kahvaltıyı hazırlamış olmalıydı; masadaki özenli düzenleme bunu ele veriyordu. Annem ise yeni geliyordu.
"Günaydın, sarışın. Hemen tıkın da geç kalmayalım," dedi Tuba, kendi tabağını doldururken.
Herkes yerleşince, sessizliğe bürünüp kahvaltıya başladık. Sabahın köründe çok konuşmaya hevesli değildik; uykumuz hala üzerimizdeydi. Masada yalnızca çatal ve bıçak sesleri duyuluyordu. Televizyon açıktı ama kimse özellikle izlemiyordu. Annem, her zamanki gibi sesi sonuna kadar açmıştı. Dünkü akşam haberleri dönüyordu ekranda.
"Kız Gökçen, bu Abdullah Beylerin durumu ne oldu?" diye sordu annem, ekmeğine tereyağı sürerken. Olayın aklına takıldığı her halinden belliydi.
"Bugün DNA testi sonucu çıkacakmış," dedim, ağzıma bir lokma alırken. Konunun ne kadar karışık olduğunu düşünmeden edemedim. Abdullah Beylerin aile meselesi, mahallede dilden dile dolanan bir hikâyeye dönüşmüştü.
"Kız, bunlar ne iş? Ben anlamadım ha. Kardeşinin karısıyla, tövbeler olsun!" diye söylenmeye başladı annem. Elindeki bardağı sertçe masaya bıraktı. Onun sinirlenmesine şaşırmadım; bu tarz meseleler hep sinirine dokunurdu.
Tuba ise tek kelime etmemişti. Sessizce çayını yudumlayıp tabağındaki zeytini kemiriyordu. Onu tanıyordum; bu tarz olaylar hiç ilgisini çekmezdi. Kimin ne yaptığıyla, hangi olayın nereye vardığıyla asla ilgilenmezdi. Hatta meraklı olmaması bazen şaşırtıcı derecede rahatsız edici bir sakinlik yaratıyordu.
"Yani insan bir kere düşünür, değil mi? Hiç mi utanma yok? Böyle rezalet görülmüş mü?" diye devam etti annem. Ben ise olayı daha fazla konuşmak istemiyordum. Masada bir an önce huzurun hakim olmasını tercih ederdim. "Anne, tamam, neyse işte. Test sonucu çıkınca anlaşılır," diyerek konuyu kapatmaya çalıştım.
"Kız, bir şey soracağım. Poyraz mı büyük, Alparslan mı?" diye sordu annem, kaşlarını çatıp merakla bana bakarken. Sorunun cevabını gerçekten bilmiyordum. Alparslan’ın yaşını hiç sormamıştım ki. Poyraz’ın ise benden dört yaş büyük olduğunu biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK (Düzenlenecek)
ActionÜsteğmen GÖKÇEN TOPRAK, Çok zor şartlara karşı vermiş olduğu mücadelede hayatı yenmiş bir kadın... Bu buruk kadının aile sıcaklığını bulma yolunda karşısına çıkan; ihanet, yalanlar, bedeller ve sırlar ile mutluluk, eğlence ve aşk'ı bulma hikayesine...