Zor bir gün müydü? Yorucu bir gün müydü? Yıpratıcı bir gün de olabilirdi.
Evet, bunların hepsinden biraz barındıran ama hayır, daha çok korkutucu bir gündü. Gece yarısında, karanlık havada, İkiyüz mahallesinin aydınlatmasız sokağında evime doğru giderken, Saltık'ın yan kesici adamlarından birinin üzerime atlayıp beni öldürme olasılığında daha korkutucu geçmişti gün benim için. Bu sefer ölen ben değildim çünkü, benimsediğin fikirlerin kaynakları yok olmuştu.
Ölümle tanıştım ve hiç sevmedim. Bana hayatı öğretenlerden birinin canını, diğerinin canından çok sevdiği mekanını aldı çünkü, geriye kan ve yıkıntı bıraktı. Fikirler ölmez deniyordu, öyleyse bu gün yaşadığım şey neydi? Devrim kütüphanesinden geriye kalan enkazın içinde, tuğla yıkıntılarının arasında, bükülmüş boyası sökülmüş Kitaplar ve Sokaklar Özgürlüktür tabelası bir fikrin öldüğünü gösteriyordu bana.
Fazla yazmaktan soğurulmuş kurşun kalemin ucuyla belli belirsiz, soluk bir nokta çizildi ardıma, dönüm noktası bu. Dünkü taşıdığım benlikle tamamen farklı birine dönüştüğümün habercisi, artık bildiğim biri değilim kendime karşı, artık tanıdık gelen ama kim olduğunu çıkaramadığım biriyim. Alışmak her şeyin ilacı falan da değil yani, kurşun yarasına süslü yarabandı takmaktan farkı yok alışmanın ama elden başka bir şey gelmiyor, bazı şeylere çaresiz kalıyorum yaradılış gereği.
Tek istediğim kendimi yatağıma atıp deliksiz uyku çekmekti, sürekli aklımda tekrarlanan dilencinin ölüşü bana izin verirse bütün günü uykuda geçirebilirim. Aklımdaki tek şey uyumak isteğinin baskınlığı iken, evimin ışıklarının açık olması dikkatimi çekti. Evden çıkarken ışıkları açık bırakmadığıma emindim ki bu tarz şeylere dikkat eden biriyimdir.
Hızlı adımlarla, evimin önüne geldim ve cebimden çıkardığım anahtarla kapıyı açtım. Bu basit hareketler bile yorulmama yetmişti, bugün bünyem fazla hassastı ve kolumu kaldıracak gücüm kalmamıştı. Kapıyı araladığımda, salondan gelen ışık koridoru aydınlatmaya yetiyordu bu yüzden ışığı yakmadım. Evimden, mutfağın olduğu yerden bir kadının, şarkı söyleyen mırıltıları duyuluyordu. Kim olduğunu bilmiyordum ve hangi şarkıyı çıkardığını da anlamamıştım. Mutfaktan hoş kokular da geliyordu, pişen yemeklerin birbirine giren kokusu burnuma kadar ulaşıyordu.
Eğer tek başıma yaşıyor olmasaydım, babamın uzun süre bırak yanıma ülkeye dahi gelemeyeceğini bilmeseydim bu durum benim için tatlı aile tablosuna dönebilirdi. Bir aileye sahip olmadığım için bu durum huzurdan çok korkutucu geliyordu bana. Ayakkabılarımı çıkardım ve temkinli adımlarla mutfağa doğru ilerlemeye başladım. Ben yaklaştıkça kadının mırıldandığı şarkı daha belirgin duyuluyordu.
Artık kapının ardındaki katil de olsa ölümü kabullenmiş kadar ruhsuz biri olarak kapıyı açtım. Beklediğimin aksine eli bıçaklı seri katil karşılamadı beni, beline mutfak önlüğünü bağlamış orta yaşlarda bir kadın karşıladı, tabi yine elinde bıçak tutuyordu ama katil olduğundan değil de salata yaptığından dolayıydı, katil olma ihtimali de vardı ama umurumda değildi.
"Sen kimsin be?!" diye çemkirdim, yorgunluktan ölürken evime giren birine kibar davranamazdım.
Arasına akların karıştığı saçları ensesinde topluydu. Yüzünde hafif kırışıklıklar olsa da çok yaşlı görünmüyordu, belki kırklı yaşlarında olabilirdi. "Oğlum," dedi ve otuz iki diş gülerek yanıma geldi. Kollarını boynuma dolamayıp sarılmaya kalkıştığında geriye doğru çekilerek bu girişimine engel oldum.
Annem olabilir miydi bilmiyordum, annemin çehresini unutmuştum ve karşımdaki kadını, maziden kalan kadının yerine koyamıyordum. Yine de içimde ona karşı oluşan tanıdıklık hissi, sorgulamama engel oluyordu. Annem, 'Hayatımın kalanını harcamama değmezsin,' diyerek gitmişti. Karşımdaki kadın biyolojik olarak annemse de benim için değildi işin özü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gittikçe Yükselen Haller İçindeyim •Tamamlandı
General FictionDevrimin, avare zihinleri uyandırmaktı Devrimim, güzelliğin oldu Ah Roza'm, güzelliğin sonum oldu