Bu deniz manzarasını kirleten tek görüntü kırmızı kurdelelerin aykırı rengiydi. Roza ile yan yana bağlamıştık şişelerimizi ve bağladığımız kurdelelerin diğer ucu denizin üzerinde yüzüyordu. Şişelerimizi deniz alıp götürmüş olmalıydı, eğer bilerek gevşek bağlayıp dalgaların götüreceğinden emin olarak bırakmasaydım şişemi denize, bu habere deli gibi sevinirdim. Eğer dalgalar şişenizi kurdeleden koparıyorsa, deniz şişenizi kabul ediyorsa, dertlerinizi de şişeyle birlikte götürür, dileklerinizi de kabul eder. Hep aynı şeyi yaparım, kurdelemi gevşek bağlarım ve sanki benim etkim yokmuş gibi denizin şişemi kabul etmesine deli gibi sevinirim. Bu sefer sevinemedim, mutlu olmadım. Bu sefer şişeme Roza'nın dileğini de sığdırmıştım ve zorla değil de doğal yollarla kabul görmeyi yeğledim.
Roza gevşek mi sıkı mı bağladığını bilmiyordum, onun şişesini de kabul etmişti deniz, kurdelesinin diğer ucu denizin üzerinde yüzüyordu. Onun için sevindim, mutlu oldum. Bu oyuna göre, denizin şişeyi kabul etmesi sonraki hayatımızda işlerin yaver gideceğinin işaretidir, bir nevi şans getiren dört yapraklı yoncanın içkili artı on sekiz versiyonudur. Roza'nın da ihtiyacı olan şey bu, biraz şans, biraz işlerinin yaver gitmesi.
Denizin dibine doğru, denizin kabul etmediği şişelerin gerdiği birkaç tane kurdele vardı. Onlar belki benim gibi gevşek bağlamayı akıl edememişlerdi ya da bunu akıl edemeyecek kadar sarhoş olmuşlardı, bir diğer ihtimalse benim gibi garantici davranmayıp oyunu kurallarıyla oynamak isteyişleri de olabilirdi. Her ihtimalde de, oyunun bize söylediğine göre dertlerinden kurtulamayacak, dilekleri kabul olmayacak, bundan sonraki hayatlarında işleri yaver gitmeyecek, şans yüzlerine gülmeyecekti. Tüm bu olumsuzluklar göz önünde bulundurulunca, kurdeleyi gevşek bağlamayıp kaderine teslim olmalarından ne kadar cesur davrandıklarını anlayabiliyordum.
"Boşver, daha önce düşünmediysen de şimdi düşünebilirsin. Senin için denize aşık olduğunu söylüyorlar."
Denizci şapkasının düşüp düşmeme ihtimalini düşünmeyerek, gövdesinin üst yarısını parmaklıklardan aşağı, aşığı olduğu denize doğru sallandırdı. "Bak bu doğru, denize aşığımdır." Yarısını aşağıya doğru sallandırdığı için zorla konuşmuştu. Bunu daha önce sık sık yapmış olacak ki, düşecek veya değerli bir eşyasını düşürecek endişesi taşımıyordu.
"Denize aşık olduğun için insanlarla ilişkini kestiğini, kimseye o gözle bakamadığını söylüyorlar."
"Evet," dedi, ne yaptığını bilmiyordum ama zorlukla konuşuyordu. "Denize aşkımdan kimseye o gözle bakamadım."
İri yarı bir adamın, aşk gibi tuhaf bir şekilde bahsedilmesi zor bir konuda bu kadar rahat konuşması, sadece ben değil kim olursa olsun şaşıp kalabilirdi. Daha aşkını itiraf ederken utancından kekeleyerek konuşan biz gençlere inat bu iri eski denizci, resmen açık sözlülükte kitap yazmıştı. Belki de tiyatro kulüp başkanı Havin'in, Romeo ve Juliet sahnesinde zehir içerek intihar eden sevgilisini sevdiği kadar seviyordu Kaptan Morgan denizi. Ya da, Huysuz Erna'nın özgürlüğünü içine sığdırdığı kütüphanesine bağlılığı kadar bağlıydı denizine.
Eline beyaz bir ip alıp sallanmayı bıraktı ve ayakları üzerine bastı. Kalın ipi çekmeye başladığında, ne yaptığını merak ederek el arabasının başında nöbet tutmayı bırakıp yanına yaklaştım. Kolum kadar kalın, yer yer yeşil yosun lekelerine sahip halata asılıyordu, halatın diğer ucunda ne vardı bilmiyordum ama güç denilince akla ilk gelen Kaptan Morgan bile çekmeye zorlanıyordu.
Ona yardım etmek için, çektiği kısmıyla arkasına doğru uzanan ipin ucundan tuttum. Eski denizci olduğunu, her seferinde üçe kadar sayıp birden çekmesiyle belli ediyordu. Nizamla çekiyordu halatı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gittikçe Yükselen Haller İçindeyim •Tamamlandı
Ficción GeneralDevrimin, avare zihinleri uyandırmaktı Devrimim, güzelliğin oldu Ah Roza'm, güzelliğin sonum oldu