birisi

61 5 11
                                    

şarkı: day6- i need somebody

ölüyordu wooyoung. boğazına sarılmış bir yılana benzeyen,bizzat kendi elleriyle bağlamış olduğu halat ile kendi sonunu getiriyordu. bile isteye başlatmak istediği sonunu.
ne kadar istekli olsa da ışığı görmeye,vücudu refleks olarak onu geri döndürmeye çalışıyordu. bir balığın sudan çıktığı andaki gibi çırpınıyordu. halbuki bu balık denizin ötesini görmek istemişti,kendisi istemişti,özgürlüğünün denizin ötesinde olduğunu düşünmüştü. niye şimdi tekrar denize dönmek istiyordu? belki de mahkum olmaya alışmıştı,özgürlükten korkuyordu belki de..
çırpınışları bir yerde durdu wooyoung'un. geçebilmiş miydi denizin ötesine? sudan çıkmış bir balık nefes almaya devam edebilir miydi ki? woo nasıl nefes alabiliyordu peki? ne yaşadığına anlam vermeye çalıştı. olabildiği kadar sakinleşip ne olduğunu anlamaya çalıştı. bacaklarında sarılı kollar mı vardı yoksa zebaniler woo'yu cehenneme mi götürüyordu? kendini birden yerde buldu woo. yanında da nefes nefese birini. "daha fazla taşıyamadım,kusura bakmazsın artık."
kafasını çevirdiğinde yanında yatan kişiyi net bir şekilde gördü woo. tanıdığı biri mi diye inceledi biraz ancak hafızasında kimseyle eşleştiremedi. ama neden birbirlerine bakan gözleri bu kadar sıcaktı? bu kişiyi tanımamak çok ayıpmış gibi hissetti bir an,doğru gelmedi. tanıyor olmalıydı ama hayır gerçekten çıkaramadı. sonra yaşadıkları film şeridi gibi gözünün önünden geçti. neden engel olmuştu? bu haddi kendinde nasıl bulmuştu,bu yabancı? sinir kat sayısı giderek artmaya başlarken yanındaki yabancı ayaklanıp wooyoung'u da kollarından tuttuğu gibi kaldırdı. o mu çok mu güçlüydü yoksa wooyoung çok mu hafifti anlam veremedi.

"hastaneye gitmemiz gerekiyor."

"pardon?"

"seni bu halde bırakıp gidemem heralde?"

"gelmene gerek yok,ben kendim hallederim."

"nerden bileyim yarım kalan işini tamamlamak istemeyeceğini ben şimdi? emin olmadan şurdan şuraya gitmem."

"sen olmasaydın tamamlanmış bir iş olacaktı. insanların işlerine burnunu sokar mısın hep böyle?"

"mahalle yanarken saçımı taramadığım için çok üzgünüm ya,bir dahakine öyle yaparım ama şimdi seni hastaneye götürmem gerekiyor."

bıkkın bir nefes verdi wooyoung. nasıl girdiğini de anlamadığı bu yabancıdan kurtulmanın tek yolu hastane miydi?

"nasıl girdin buraya?"

"hastaneye gidersek anlatırım."

zaten gitmese ne yapacaktı? yabancıdan destek alarak ayağa kalkan woo doğruca kapıya yöneldi. hastaneye gidecekti mecburen.

yabancı, bir taksi çevirdi ve ona bindiler. en yakındaki hastane için yola çıktılar. woo, taksi yerine cenaze arabası çağırmayı yeğlerdi tabi.

kurtarılmayı beklediği onca zaman olmuştu woo'nun. birisi bana yardım etsin,sesimi duysun diye attığı onca çığlık vardı. defalarca kez ölmeyi düşünmüştü,defalarca kez kendine zarar vermeyi. onu durduran tek şey kardeşiydi. ölümle yaşam arasında tek bir fark nefes almaktı ona göre. bazen hiç doğmamış olmayı bile diliyordu. bu dünyada hiç olmasaydı,bunca şeyi düşünmek zorunda kalmazdı. bazen kafasının içi o kadar korkunç bir hâl alıyordu ki on tane wooyoung ile aynı anda konuşuyormuş gibi hissediyordu. on ayrı yerden ses duyuyordu ve bu sesler ona hiç iyi şeyler söylemiyordu. gerçi bi yerden sonra o kadar da kötü olmadığını düşünmeye başlamıştı. özellikle kardeşiyle ayrıldıktan sonra ne yapacağıyla ilgili planlarını kurmasında çok da yardımı dokunmuştu.

kafasının içinde binlerce ses duyanlar çok iyi bilir ki bu durum başınızı koparmak isteyecek kadar sıkıntıya sokabilir sizi. öyle bir baş ağrısı.

woosan: live or die.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin