kuşun yuvası

41 4 7
                                    

şarkı: luke hemmings-bloodline

wooyoung gözüne çarpan güneşle uyanmıştı. kısa bir süre sonra nerde olduğunu hatırlamıştı. hastaneydi. hâlâ. dün yaptıkları konuşmaya göre, bugün hastaneden çıkıp san'ın evine gideceklerdi. dünyanın en saçma hikayesinin başrol karakteri gibi hissetti kendini woo. birbirlerini hiç tanımayan iki kişi nasıl olurdu da aynı evde yaşamaya başlardı ki? gerçi işler tam da başına gelenler gibi gelişirse olabiliyormuş demek ki diye düşündü. san odada yoktu. duvarda asılı olan saate baktığında öğlene yakın olduğunu gördü. kapının açılmasıyla oraya döndü woo. içeri giren san'dı.

"ah- uyanmışsın"

başını salladı woo. hâlâ nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. dün aksi davranmış olsa da sonuçta ona evini açmıştı ve istemese bile hayatını kurtarmıştı.

"çıkış işlemlerini başlattım ama senin de birkaç imza atman gerekiyormuş. bir de psikolog ve süreçle ilgili bilgi vereceklermiş. ne zaman uyanırsın bilmediğim için odana gelmeden ben gittim yanlarına o yüzden bana söylediler."

woo sessizliğini korumaya devam ediyordu. dün olayın şokuyla ve üstünden atamadığı gerginliğiyle çenesi düşmüş olsa da neler yaşadığını daha yeni algılıyor gibiydi. canına kıymaya kalkmıştı,resmen bunu denemişti.

"hey,konuşmayacak mısın?"

hafifçe koluna dokunarak söylendi san.

başını kaldırıp san'ın gözlerine baktı woo.

"tamam"
"ne tamam?"
"işlemleri bitirip çıkalım burdan"

san,wooyoung'un bu sakinliğinden endişelenmişti. sanki dün tamamen başka biriyle konuşmuş gibiydi.

"ben doktoru çağırayım o zaman"

doktor ufak tefek kontrolleri yaptıktan sonra çıkış işlemlerini tamamlayabileceklerini söyleyip onları odada yalnız bıraktı. wooyoung hâlâ daha tek kelime etmiyordu ve san hâlâ daha bu duruma anlam veremiyordu. ortalığı toparladıktan sonra -ki bu çok zor olmamıştı- wooyoung'un yanına gidip ona kendini duyurmayı denedi.

"burda işimiz bitti,danışmada bir iki imza atman gerekli sonra çıkabiliriz."

sessizlik. woo duymuyor gibiydi. gözlerini tek bir noktaya dikmiş öylece orayı izliyordu. nerde olduğunun,kimle olduğunun hiç farkında değil gibiydi.

"wooyoung, hey! beni duyuyor musun?"

san sesini biraz yükselterek ve woo'yu kolundan hafifçe dürterek şansını denediğinde işe yaradığını gördü. yani en azından woo dünyaya dönmüştü.

"ah- kusura bakma dalmışım,çıkabilir miyiz artık? bitti mi?"

"çıkabiliriz,hadi kalk"

danışmaya uğrayıp son işlemleri hallettikten sonra bir taksi bulabilmek için hastanenin yakınlarındaki bir durağa gitmeye koyuldular. woo hâlâ çok tepkisizdi,san ne yapacağını pek kestiremiyordu.

"önce benim evime uğrasak olur mu? almam gereken eşyalar var,bir süre de oraya uğrayamayacağım sanırım o yüzden eşyalarımı toplamam gerek"

beklemediği bir anda konuştuğu için san şaşırmıştı,bugün düne göre oldukça sessiz sakin olan wooyoung kafasını karıştırıyordu. hangisi gerçekti?

"tabii ki gidelim, zaten ben de sana bunu soracaktım"

bir taksi bulup bindiklerinde wooyoung adresi söyledi ve oraya doğru yol almaya başladılar. woo camdan dışarıyı seyrediyordu,camı hafifçe aralayıp yüzüne değen rüzgarla gözlerini kapattı. saatlerdir kafasındaki uğultuyu susturamıyordu. başında resmen fiziksel bir ağrı hissediyordu,sanki gerçekten yüzlerce kişi başının içerisinde birbirini yiyormuş gibiydi. evine gitmeyi kendisi istemişti ancak bunun kendisini nasıl etkileyeceğini bilemiyordu. yaşamak istemediği bu hayatı orda sonlandırmak istemişti ama yine istemediği bu hayat ona izin vermemişti. o ev bütün anılarıyla orda öylece duruyordu, neden yaşadığı her şeyi bilmesine rağmen ölmesine izin vermemişti? kafasında bunun gibi binlerce düşünceyle taksinin durduğunu ve san'ın ödemeyi yaptığını fark etti. normalde olsa ona asla ödetmezdi,tamam belki yarı zamanlı işlerde çalışarak hayatını sürdürüyor olabilirdi ancak yine de bu tarz şeylere oldukça dikkat ederdi. ama o an,evinin önündeyken,kendi evine bakıyorken bununla uğraşacak gücü kendinde bulamadı. sadece taksiden aşağı indi ve san'ın gelmesini bekledi.

san işini bitirip taksiden indiğinde,sanki ilk kez görüyormuş gibi kendi evini izleyen woo'yu gördü. sanki ona çok yabancıydı..

"anahtarı alayım da kapıyı açalım,beni burda bekle" diyerek  anahtarını koyduğu yere doğru ilerledi. anahtarlarını sürekli kaybettiği için yanında anahtar dolaştırma huyu yoktu. evin etrafında belirlediği birkaç anahtar saklama yeri vardı.

evin kapısının yanında bir ağaç vardı,ağacın dallarında asılı bir kuş yuvası. oraya doğru ilerleyip yuvanın kenarından birkaç anahtarın takılı olduğu bir anahtarlık çıkardı woo, ve kapıyı açtı. ev tek katlıydı,girişin iki yanında önceden çok güzel olduğunu düşündüren kurumuş çiçekler vardı. san sakince wooyoung'u takip ediyordu,kendini içeriye zorla giren biri gibi hissediyordu. olabildiğince az rahatsızlık vermek isteyen bir misafir gibi davranıyordu. woo eve girince san tereddüt etse de içeri girdi. salondan sola doğru dönünce kalakaldı woo. bir odanın eşiğindeydi ve içeriye giremedi bir süre. san ne olduğunu anlayabilmek için biraz daha ilerledi ve yerdeki halat ile sandalyeyi görmesiyle bu odanın malum oda olduğunu anladı. san'ın woo'yu kurtardığı oda. o gün olayın şokuyla hiçbir şeye dikkat etmemişti san ama şimdi bir kez daha yüzüne vurmuştu olayın ağırlığı. doktorların wooyoung'un neden bu evde kalmasına izin vermediğini daha iyi anladı o an. kendisi bile bu kadar etkileniyorken kim bilir woo neler hissediyordu.

bir şeyler yapması gerektiğini düşündü san ve aceleyle woo'yu geçip odaya girdi. yerdeki sandalyeyi kaldırıp halatı da üstüne koydu ve onları bir köşeye itti. daha sonra odada bulduğu bir sırt çantasını eline alarak kıyafetlerinin nerde olabileceğine bakındı. woo hâlâ tepkisiz bir şekilde odayı ve san'ı izliyordu. bir süre sonra kendine geldiğinde san'ın elinden çantayı alarak içerisine birkaç parça kıyafet tıkıştırmaya başladı.

san sessiz kalması gerektiğini biliyordu. woo'nun üstüne gidilmemesi gerektiğinin farkındaydı bu yüzden usulca kenara çekilip odayı incelemeye başladı. odası çok büyük değildi ve eşyaları genelde siyah-beyazdı. nedense tam woo'nun renkleri gibi gelmişti san'a. tam onun tarzı gibiydi. bir kıyafet dolabı,çalışma masası ve kitaplarla dolu bir kitaplık vardı odada. yavaşça kitaplığa doğru ilerledi ve kitapları incelemeye başladı. sevdiği bazı kitapları raflarda görünce mutlu oldu,wooyoung ile ortak bir noktaları olması fikri nedense hoşuna gitmişti.

sonra tam o sırada masanın üzerinde tek bir cümle yazan bir kağıt buldu san. okumak istemese de merakına yenik düşerek eline aldı.

"tanrım,benim savaşım buraya kadar."

ne yazdığını okuduğunda bunun "o gün" yazılmış olduğunu anladı. wooyoung'un vedasıydı aslında,neyse ki yetişmişti.

wooyoung'un "çıkabiliriz artık" demesiyle kağıdı cebine koyup onunla birlikte odadan çıktı.

wooyoung evin başka hiçbir odasına girmemiş,hiçbir eşyasını almamıştı.

hayatında yeni bir dönem başlıyor gibiydi ancak olabildiğince kısa tutacağına inanıyordu. bir gün gelip o odada yarım bıraktığı işi tamamlayacaktı.

her ne kadar san ortalığı onun için toplamış olsa da..

~•~•~•~•~•~•~•~•~•~•~•~•~•~•~

bu hikayede kim yanımda olur  hiç bilmiyorum ama hepimizin anahtarlarını sakladığı
kuş yuvalarının olduğunu düşünüyorum. umarım o anahtarlar güzel anıların kapılarını aralıyordur

woosan: live or die.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin