kabuk bağlayan yaralar

22 3 3
                                    

şarkılar: hoppipolla - our song, hannah bahng- abysmal

🍀✨

hayat bazen hiç beklemediğimiz yerlerden sınava sokar bizi. o an, o durumu yaşarken asla atlatamayacağımızı falan düşünürüz. üzerinden zaman geçtiğinde, yaralarımızın üzerindeki kabukları gördüğümüzde bu yüzden şaşırırız belki de. hangi ara olduğunu anlamadığımız bir şekilde iyileşmeye yüz tutmuştur çünkü. iyileştiğini kabul etmemiz de başka bir evredir aslında çünkü bazen hatta belki de çoğu zaman iyileşmeyi kabullenemediğimiz için o kabukları koparıp yaramızı tekrar kanatırız. bir vampir gibi kendi kanımızı akıtırız.

wooyoung da işte tam böyle bir ayrımdaydı. hiç kapanmayacağını düşündüğü o kocaman yarası kabuk bağlıyor olabilir miydi? belki de artık iyileşiyordu, belki de artık yaşamaktan keyif alabilirdi. ama nasıl olurdu ki bu? ailesiydi onlar, uğurlarında yaşamdan kopacak kadar sevdiği ailesiydi. hayır, belki de o kabukları vahşice kaşımalıydı. kaşımalıydı ki yeniden kanasınlar ve onları hiç unutmasın.

dün başına gelenleri hiç kimseye anlatmamışken, psikoloğu dahil, san'a açılmıştı. san'a açıldığı yetmiyormuş gibi onu öpmüştü. EVET ONU ÖPMÜŞTÜ. delirmiş olmalıydı. gerçekten aklını peynir ekmekle yemiş olmalıydı. bu kadar depresif bir haldeyken, ailesini çok özlerken ve onlarla kavuşmak istersen neden böyle bir şey yaptığını sorguluyordu. buna hakkı var mıydı ki? hem san'ı kendisine mahkum etmeye hem de mutlu olmaya hakkı var mıydı? tüm ailesi toprağın altındayken bunlara hakkı var mıydı?

dün ne yaptığının bilincine varınca aniden kendini geri çekilip san'a bakmıştı. bu bakışma üç saniye falan sürse de san'ın ne kadar şaşırdığını görmüştü. ardından hiç konuşmadan koşarak odasına girmişti. o andan beri de hiç çıkmamıştı odasından. hayır gerçekten ne düşünerek böyle bir şey yapmıştı ve şimdi ne olacaktı? hiçbir şey olmamış gibi davransa san ne hissederdi? bunun üzerine konuşmak isterse de buna cesareti yoktu. tüm gece aklından bunları geçirerek uyuyamamıştı.

odasından asla çıkmak istemese de bugün hongjoong ile seansı vardı. hongjoong'un başta dediği gibi bir süre evde görüşseler de bir süre sonra wooyoung'un kliniğe giderek devam etmesi gerekiyordu. bu hafta da ilk kez kliniğe gidecekti. ve prosedür gereği de onu san'ın götürmesi gerekiyordu. bu yüzden seansları san'ın çalışmadığı gün ve saatlere göre ayarlamışlardı. yani bugün odasından çıkmak zorunda kalacağı gibi san ile de birlikte olmak zorunda kalacaktı. ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu ama bu telaşlı hallerini bir kenara atıp sakinleşmeye çalıştı. hongjoong ona bu tarz durumlarda nasıl sakinleşebileceği konusunda bazı taktikler vermişti, ve wooyoung fark etti ki gerçekten işe yarar taktiklerdi.

seansa bir saat kalmasına rağmen hâlâ odasından çıkmayan wooyoung'u yoklamak için kapısının önüne gitti san. tıpkı san gibi o da nasıl davranması gerektiğini kestiremese de woo'ya göre daha sakindi. wooyoung'un kendisi öpmesi içinde öldüğü sandığı kelebekleri canlandırmıştı sanki o an ama bunun asla olmaması gerektiğini düşünüyordu san. yeosang gibi wooyoung'un da sonu olmak istemiyordu.

kapıyı çaldı sakince, en iyisi wooyoung'un hareketlerine göre şekil almak diye düşünüyordu, birbirlerinden kaçarak bir sonuca varamayacaklarını gayet iyi biliyordu san.

"wooyoung, uyandın mı?"

san'ın sesiyle irkilen wooyoung, yatakta doğruldu ve sakin kalmaya çalışarak cevap verdi.

"şey, evet uyanığım.. neden ki?" nedenini çok iyi bilse de ne diyeceğini bilemediğinden aklına ilk geçen şekilde konuşmuştu woo.

"terapine gitmemiz gerekiyor, bir saate yakın var, kahvaltı da yapmadın, hemen bir şeyler yesen ve hazırlansan da çıksak olur mu? geç kalmayalım diye.."  diye cevapladı san. sesini stabil tutmaya çalışarak.

woosan: live or die.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin