3. bölüm

319 56 57
                                    

-

Hediye faslı bitmişti. Açıkçası aşırı sıkıcıydı, tek ilgimi çeken Niki'nin Sunoo'yu dikizlemesiydi. Ben de bu olaylar yaşanırken Sunoo'yu izliyordum. Konuklara servis yapmakla meşguldü. Kısa boyuyla sevimli sevimli gülümsüyordu insanlara. Elindeki tepside kalan son içeceği de verdikten sonra salonun kapısına doğru yürümeye başlamıştı. Ben de onların arkasından takip ediyordum. Sunoo kapının yanındaki kısımda biriyle konuşup beline bağladığı şeyi çözmeye başlamıştı, anladığım kadarıyla vardiya değiştiriyorlardı.

Sunoo üstündekini çıkartıp uzun olan koridorlarda yürümeye başlamıştı. Ben de arkasından geliyordum. Kapıya vardığında avluyu güzelce incelemiş merdivenlerden aşağı inerek yapma gölün etrafındaki bir çimene oturup ağaçları seyretmeye başlamıştı. Ben de avlu tarafındaki kolonun arkasından onu seyrediyordum. Romana göre prens benimle konuşmaktan sıkılıp Sunoo'nun yanına gidiyordu ama şu an ben öyle yapmadığım için olayı değiştirmiştim.                                  

Ben kolonun arkasından Sunoo'yu izlerken koluma birinin dokunmasıyla irkildim. O tarafa döndüğümde koluma dokunanın veliaht prens olduğunu gördüm. Ben ne biçim şom ağızlıyım. Saygı ifadesiyle önünde eğildim. "Resmiyete gerek yok İkeu." dedi bana ibne gülüşünü yaparken. Şu an ağzının ortasına geçirsem kaç yıl yatarım? 

"Sonuçta biz çocukluk arkadaşıyız, öyle değil mi?" dedi. Lanet olsun, keşke olmasak. Bahtı sikik piyade gibi hissediyorum kendimi. "E-evet öyleyiz." maalesef dedim içimden.

"Neden hiç yanıma gelmedin? Özlemedin mi beni yoksa?" dedi sırıtırken. Hayır özlemedim, köpek işesin yüzüne senin. şu an sinirden kızardığımı hissediyordum. Bu bedende 15 yaşında olabilirim ama ben öldüğümde 20 yaşımdaydım. Mantıken ondan büyüktüm "Özledim Hoon." diyerek geçiştirdim. Özlemedim tabii ki, bu suratın neyini özleyeceksem.

Bana biraz daha yaklaştığında bir adım daha geriye gitmiştim. Kolona yaslandığımı hissettiğim o anda kulağıma yaklaşıp, "Demek öyle İkeu," demişti. Gittikçe iş garipleşiyordu. Romanın gidişatını değiştirdim diye simulasyon mu bozulmuştu acaba?

"Ne yapıyorsunuz siz burada?" Gelen sesle prensin benden uzaklaşması bir oldu. Gelene baktığımda bu Niki'ydi. Hayatımı kurtarmıştı bu cocuk benim. "Çocukluk arkadaşımla hasret gideriyorum. Neden soruyorsun?" dedi prens. Ben sadece bu ikilinin arasında ne geçecek diye merakla izliyordum. Niki bize hiçbir şey anlamamış gibi bakıyordu. Haklıydı, bende olandan bir halt anlamıyordum.

"Bir şey yok, sadece anne ve babam seni çağırıyor demek için gelmiştim." Soğuk bir ifadeyle konuşup başka bir şey demeden arkasına dönüp gitmişti. Lütfen Niki beni burada tek bırakma.

Prense döndüğümde adımlarını hızlandırıp bana bakmadan sarayın kapısından içeri girmişti. Ne yaşanmıştı on dakika içinde? Kafamı döndürüp Sunoo'ya baktığımda o da gitmişti, tek kalmıştım. Kırıcı.

"Jeayun"duyduğum ses Jay'e aitti. Ona baktığımda bana sorgular ifadeyle
"Aranızda ne var sizin?" demişti. Cidden düşündüğün gibi bir şey yok. Kara bahtım yine zirvede olduğundan olanların hepsini görmüştü. "Bir şey-" diyecekken, "Jaeyun her şeyi gördüm. Prensle baya baya flörtleşiyordun." Bunu demesiyle elimi ağzına götürüp kapattım. Sus daha da rezil oluyorum.

"Sessiz olsana." demiştim sitemkâr sesimle. "Aramızda bir şey yok. Uzun zamandır görmediği arkadaşını görmeye gelmiş o kadar. Daha da soru sorma." diyip konuyu kapatmıştım. O da bir şey söylemeden benimle beraber saraya doğru yürümeye başlamıştı.

Saraya girdiğimizde Jay benim yanımdan ayrılıp ailesinin yanına geçmişti. Ben de etrafı incelemeye başlamıştım. Gözüme Sunoo iliştiğinde ayağı takılıp elindeki tepsisindeki içecekleri Vikontes'in üstüne dökmüştü. İşte şimdi ortalık karışacaktı.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?!" diye bağırmıştı Vikontes. Olay şu ki Sunoo'nun önündeki çirkin kız Sunoo'ya çelme takmıştı. Neyse ki ben bunu görmüştüm, Sunoo'yu bu boktan durumun içinden kurtaracaktım.

"B-ben ö-zür d-dilerim isteyerek-" Sunoo'nun sözünü keserek cırladı Vikontes: "Pis ikinci sınıf! üstümdeki ne kadar haberin var mı!" demişti. Basit bir ikinci el dükkanındaki bir kıyafete benziyordu. Silgi bezi olarak bile kullanırdım ben onu.

Sunoo ya baktığımda Sunoo'nun başı eğikti. Gözleri dolmuştu, içim acımıştı ona. "Atın bunu saraydan!" diyerek gürlemişti İmparator tahtından. İşte şimdi benim dahil olmam gerekiyordu. "O bir şey yapmadı, şuradaki kız onu itti gördüm." dedim. Pis cadı Sunoo'yu attıracaktı. Romanda böyle oluyordu ama ben olayları değiştirecektim.

Aptal kız cinayeti işleyenlerin çok farklı olan kendini savunma taktiğiyle
"Ben yapmadım yalan söylüyor." demişti. Aşırı klişeydi bu durum, ayrıca Dük'ün biricik oğluyla konuşuyorsun sen kendine gel. "Sen bana yalancı mı diyorsun?" demiştim kendime güvenen tavrımla.

"Oğlum gördüğünü söylüyor, kimse onu suçlayamaz." demişti Dük.
Canım babam beni koruyordu. Şu an mevkimin yüksek olmasının avantajlarını kullanıyordum. "Evet baba attırma onu." demişti Niki. Açıkcası Niki'ye üzülmüştüm çünkü bu zamana kadar İmparator onu hiç kale almamıştı. Hep mutsuz ve kimsesiz büyüyen bir çocuktu.

"Sen karışma Niki, biricik oğlumun doğum günü partisini mahvediyorsunuz." demiş, muhafızlara Sunoo'yu götürmesini emretmişti. Sikeyim senin biricik oğlunu da seni de.

Dük'e baktığımda "O Dunkelheit Düklüğü kanatları altında yaşayan birisi olacak." diyip muhafızlara emir vermişti. Ne yani biz üvey kardeş mi olacaktık? Bu çok güzel bir haberdi. Dük'e saygı duyduğum kadar kimseye saygı duymuyorum bu evrende. İmparator ise bir şey dememişti, belli ki karışmak istemiyordu. Dük'e bakıp gülümsemiştim, o da saçlarımı karıştırmıştı

Sunoo ise gözleri dolu bir şekilde bize bakıyordu. Onun o sevimli yanaklarını sıkasım gelmişti. Yanına gidip elini tuttum. "Artık bizimlesin." diyip gülümsemiştim, o da dolu göz yaşlarını serbest bırakıp ağlamıştı. Kıyamam ben sana Sunoo'm benim. Dük ve Düşes yanımıza gelip "Hadi gidiyoruz." demişti. Ben de Sunoo'nun elini bırakmadan at arabasına doğru yol almıştım. Arabaya bindiğimizde "Sen bizim çocuğumuz olmak ister misin?" demişti Dük. Roman iyice değişmişti.

"Ben ikinci sınıf biriyim. Beni cidden evlatlık alacak mısınız?" dedi Sunoo. O kadar tatlıydı ki yanaklarını sıkmak istemiştim.

Düşes konuşmaya başlamıştı: "Tabii ki, Jaeyun her zaman bir kardeş isterdi. Uzun zamandır düşünüyorduk bu durumu." Jaeyun ister miydi bilmiyorum, hatıralarında bu bilgi geçmiyordu.

"Benim ismim Sunoo. Beni evlatlık alacağınız için teşekkür ederim." demişti ağlamaklı bir ses tonuyla. Dayanamayıp ona sarıldım. "İyi anlaşalım Sunoo. Ben Jaeyun, bu da annen Lisa ve baban William." dedim. Sunoo sarılmama karşılık verip kafasını sallamıştı. artık tek olmayacaktım, bu beni mutlu etmişti.
-

Eve vardığımızda Dük hizmetlilere kısaca olayı açıklamış, Sunoo'ya bir oda hazırlatması için Suho beyi görevlendirmişti.

Bu zamanda ben de Sunoo'yu daha da tanışmıştım. Benden üç yaş küçüktü, bana abi demesini söylemiştim.

Dük ve düşes evlatlık işleriyle uğraşırken Sunoo'nun eğitimleri için hoca tutulmuştu. Her şey çok güzel gidiyordu. Roman değişmişti. Romanda doğum günü olayından sonra zaman atlaması yaşanıyordu. Romana göre Sunoo oradan sürgün edilip başka bir krallıkta büyücü eğitimi alıp 4 sene sonra geri dönecekti.

Olay örgüsü değiştiğine göre bunlar yaşanmayacaktı. Bundan sonra işler ne hal alacak merak ediyordum.

-

Kısa bir bölüm oldu farkındayım selin teşekkür ederim noktalama işaretlerini düzenlediğin için

Yorum yapmayı unutmayın sizi seviyorum 🫶

Souled Romance [jakehoon]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin