7. bölüm

325 48 73
                                    

Beni itmesiyle kenara savrulmuştum. Canım acımamıştı ama yaptıgı sinir bozucuydu. Kendini ne sanıyordu anlamıyorum. Tamam, veliaht prens olabilir ama burada eşit şartlar altındaydık!  "Düzgün davransana." demiştim sinirle. Bana bakıp "Düzgün davranmayı senden mi öğreneceğim?" demişti. Haklıydı, onu evimden bok parçasıymış gibi koymuştum ama kendimce bende haklıydım. Gelecekte beni öldüren birine neden iyi davranacaktım ki? Üstelik ona aşık olup ölüyordum, bu dahada kötü bir şeydi.

Kapının kenarından ona baktığımda az önce hiçbir şey yaşamamışız gibi umursamazca eline aldığı eşyaları bir yerlere koyuyordu. Daha fazla onu izlemek istemediğimden kendi tarafıma yönelmiştim ama kendi kısmım zaten düzenliydi, o yüzden pek yapıcak bir şeyim yoktu. Yatağıma oturup komodinin çekmecesini açtığımda elime aşk romanımı almıştım. Bunu neden yanıma aldığımı cidden bilmiyordum. Konusu da pek ilgimi çekmiyordu çünkü kafasına elma düşen bir kızın prensle tanışmasını anlatıyordu. Yerçekimini bulan Newton'un hayat hikayesini kurgulayıp romana dönüştürmüşler gibi. Bizim hikayemizin saçmalığı kadar basitti aslında.

Kafamı kaldırıp prense baktığımda
masada kendi halinde bir şeyler yapıyordu. Onu izlemek hoşuma gitmiyordu ama kendine çeken bir yapısı vardı. Arkası dönük oturuyordu, bacakları uzun ve incecikti, omuzları fazla geniş değil ama fazla dar da değildi vücuduna orantılıydı. Saçları temiz görünüyordu. Saçları yumuşak mıydı merak ediyordum. Prens gerçekten yakışıklıydı. Romanda da onun güzelliğinin takdiri şayan bir şekilde anlatılıyordu.

Kapıdan tıkırtılar geldiğinde dikkatimi o yöne çevirmiştim. Kapının arkasından ayak sesleri ve kıkırdama sesleri geliyordu. Birden fazla kişilerdi ama kaç kişi olduklarını seçememiyordum. Kapının altından eliyle zarfı itip hızlıca kaçtıklarını anlamıştım. Prens ise oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp eğilerek zarfı yerden almıştı.

İçini yavaşca açıp baktığında etrafta loş bir ışık hakim olduğundan kağıdın arkasından uzun bir metin olduğunu anlayabiliyordum. Ama düşündüğümün aksine prens elindeki kağıdı sinirle buruşturup arkasındaki çöpe atmıştı. Sadece başını okuduğu belliydi. İçinde ne olduğunu merak etmiştim. Dayanamayıp "İçinde ne var?" demiştim. Keşke kendimi tutsaydım, her zamanki gibi o keskin laflarını bana çarpacaktı.

"Sana ne?" diyip kestirip atmıştı. En azından laf sokmamıştı ama sinir olmuştum. Basit bir soru sormuştum değil mi? Bu kadarı da fazlaydı. Bana köpek gibi davranıyordu. Nefret katsayım gittikçe artıyordu ona karşı. Bu seneyi nasıl geçireceğiz cidden bilmiyorum ama onu öldürmeden biterse kendini şanslı saymalıyım.

O anki sinirle ayağa kalkmıştım. o da bana sorgular biçimde bakıyordu sinirle. Ona omuz atıp odadan çıkmıştım. Kafam eğik nereye gittiğimi bilmez bir şekilde yürüyordum. Oda değişikliği istiyordum. Daha ilk günden beni bezdirmişti kendinden. Beynim sürekli konuşuyordu. Sinirden ona diyeceklerimi diyememiştim, keskin cümleler dilimin ucuna geliyor ama sinirden konuşamadığım için susuyordum. Ayaklarım otomatik hareket ediyordu. İyice kafam bunalmıştı. Arkadan birinin bana seslendiğini duymuştum. Sesi duymamla adımlarımı durdurmuştum.

"Jaeyun hyung," demişti. Sesinden Niki olduğunu anlamıştım. Ona döndüğümden yanıma geldiğini fark etmiştim. Önümde durup "Hyung, bir sorun mu var?" demişti. Endişeli bir biçimde, "Sorun senin lanet olası abin." demiştim sinirle kollarımı birleştirerek. Sinirli olduğumda Sunoo bana bir köpeğe benzediğimi, bu yüzden sevimli olduğumu söylerdi.

Souled Romance [jakehoon]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin