"Şey... Uyanabilir misiniz acaba.."
Uyanmak istemiyorum. Gidecek daha çok yolumun olması beni üzüyordu. O pislik adam muhtemelen peşimden gelmişti. Buraya geleceğimi anlamış mıydı? Evimden taze kanın kokusu gelmiyor artık. Yine de ben de gittikten sonra ev terk edilmişti. Muhtemelen her yer kan lekesiyle doludur. Buradan şehre ineceğim. Karakol gibi bir yer bulursam eğer amcamlara gitmem gerekmez. Umarım amcamlardan önce karakola gidebilirim. Gerçi uzaklaştırma kararının da bir işe yarayacağı yok. Bir iş bulur çalışırım. Hiç değilse halamın yanına gider paralı asker olarak çalışırım. Çalışırım da, bir şey unuttum sanki. DOĞRU YA MELEK!
"Ayy"
Tiz bir çığlık atarak yerimden fırladım. Hemen yanı başımda cenin pozisyonuna benzer bir şekilde oturan melek de korkmuş olacak ki bir kaç adım geriledi. Neyse ki eteğimden kopardığım kumaş halen daha yerli yerindeydi. Gözlerine baktım. Gümüşün en güzel tonuydu gözleri. İstemeden kızarmış olmalıyım ki;
"İ-iyi misiniz?"
Dedi. Sesi bu dünyada duyduğum hiçbir sese benzemiyordu. İnsanlar seslerinin içinde menfaatlerini beslerler. Nefret doludur sözleri ve sesleri, yahut çıkarlar ile...
"Aa- şey pardon, pardon."
Sesimdeki aceleci ton arkasındaki utancı gizliyor. Hızlıca ayağa kalktım ve üzerimdeki tozu utanarak sildim. Şimdi garip bir sessizlik vardı aramızda. İkimiz de ayaktaydık ve birbirimizi süzüyorduk. Daha doğrusu o beni inceliyordu, ben ise ona değil bakmak göz atmaya bile kaçınmaya çalışıyordum. Güçlü dış görünüşüne kıyasla sesi çok kırılgan ve utangaç çıkıyordu.
"Burası neresi? Siz kimsiniz?" Sessizliği bozan onun soruları olmuştu.
"Burası benim evim." Dedim söylediğim sözün ağırlığını kabullenerek.
"Yani, önceden benim evimdi. Şimdi burada kalmıyorum. Yoldan geçerken sizi yaralı ve baygın gördüm. Yakın olduğu için buraya getirdim ve elimden geldiğince yaralarınızı temizlemeye çalıştım. Peki siz kimsiniz, daha doğrusu nesiniz?"
Bunları dedikten sonra kısa bir süre tekrardan sessizlik oldu.
"Ben" dedi. "Ben bilmiyorum. Kimim bilmiyorum. Neden burada olduğumu da. Hiçbir şey hatırlayamıyorum. Görünüşe bakılırsa sen de benim kim olduğumu bilmiyorsun. Ne yapacağım ben?" Sesi çok endişeli çıkıyordu. Gözlerindeki telaş yeni doğmuş bir bebeğin ağırlarıyla aynıydı.
"Bilmiyorum. Ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Hava aydınlanmışa benziyor, buradan gitmem gerek. Yakında buraya gelirler hem."
"Kim gelecek?" Dedi.
"Amcam." Dedim.
"Amcanın gelmesi iyi bir şey değil mi?"
"Hiç de bile."
"Neden?"
"Boş ver.."
Fazla derin iç çekmiş olacağım ki yeniden ortam sessizleşti.
"Her neyse, ben gidiyorum. Sen de bundan sonra ne yapacağına karar ver." Bu umutsuz muhabbete devam etmek istemiyordum. Dışarıya doğru bir adım atmaya yeltendim ancak bileğimi tuttu ve aceleci bir ses ile "b-bekle!" Dedi.
Kafamı çevirip ona baktım. Tekrar gümüş gözleri ile göz göze gelmiştim. Çok güzel parıldayan gözleri ile.
"Burada hiçbir şeyi ve hiç kimseyi tanımıyorum. Ne yapacağımı ve ne yaptığımı bilmiyorum. Gözlerimi açtım ve sen vardın. Daha öncesi yok! Lütfen beni terk etme ve bana sahip çık!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Yıldız
Fantasy"Tanrım, lütfen ait olduğum bir yer olsun!" Bir anda kendini annesinin ona anlattığı efsanedeki Dokuz Dallı Ağacın önünde, tanrıya yalvarırken bulmuştu. İstismar edilen yaşamında artık ipleri eline almak ve özgür olmak için evden kaçtığı bu yolculuğ...