Işığın Vurduğu Toprak

32 5 17
                                    

Tüm varlığım amaçsız bir gecenin şarkısıyla bütünleşmiş gibiydi. Anlamımı ve anladıklarımı kaybetmiş hissediyordum. Canım yanıyordu kendi yokluğuma ki neredeydim onu bile bilmiyordum. İçinde bulunduğum mekanı zihnimde betimlemek ve biraz daha kendime gelebilmek amacıyla etrafta göz gezdirdim. 

Karanlığın ufak ufak söndürülmeye başladığını hissediyordum. Sırtımı ağaca vermiş. Boş bakışlarımla hiçliğimi izliyordum. Karamsarlık ve karanlık yüksek bir ateşi beraberinde getirmişti. Ayaklarım sızlıyordu. Kollarım karıncalanıyordu ve başım sanki sert bir yere vurulmuş gibi acıyordu. Ağlamak istiyordum ama o kadar çok ağlamıştım ki gözümdeki nehir çoktandır kuruydu. Buraya geldiğimden beri ne kadar vakit geçmişti? ne kadar zamandır hiçliğine gömülmüş bir ölüydüm ben. Yoğunluğumun kararında yayılması lazım gelmez miydi diğer herkes gibi. 

Kendimi o kadar tanımıyordum ki, cesedimi görsem başkası zannederdim. Şu halimle bile bir cesetten farkım olduğu söylenemezdi lakin nefes alıp verebiliyordum. 

Sesler yoktu.

Sesler yoktu çünkü ben duyamayacak kadar yorgundum. Her şeyimi sorguluyordum şimdi ise. Sağlıklı bir zihinle kurulamayacak imgeler gözlerimin önünde akıp gidiyordu. Nefes alıyordum, bu bir yaşamın belirtisi miydi ki. O kadar yorulmuştum ki bu gece, o kadar doğmamıştı ki güneş. Artık bekleyemezdim. Neredeyim, kimim, neden varım, neden bir insanım. Bir anda içimden çığlık atma isteği gelmişti. 

"Behey tanrı! Beni neden yarattın!" Takatim kalmamıştı artık bu bedenin içinde sürünmeye.

"Öldür kendini..." Ne, kim demişti bunu? Bir ses, öldür kendini demişti sanki. Arkamı dönüp baktım. Yakınımda hiç kimse yoktu. Ne bir insanın, ne de başka bir varlığın yakınımda olduğunu hissettim sonra. Ben mi demiştim yoksa kendime? Delirdim. Deli olmaya mahkum edildim. Çevremde bir insanın şans eseri bile zar zor rastlayacağı olaylar pervane oluyordu. Ailemin katledildiğini görmek, dayakla büyümek, zorla evlendirilmeye çalışılmak, kaçıp hayat ağacını bulmak, Anka kuşu, düşmüş melek, paralı asker olmak...

Delirmeye en çok hakkı olan insan benim bu hayatta! Gülmüştüm. Gözlerim yorgunluktan ötürü kapanmıştı ve gülüşüm kahkahaya büyük ve içinde yoğun şeyler barındıran bir kahkahaya dönüşmüştü. Yorgundum. Keşke birisi gelip bana her şeyin geçeceğini söyleyebilseydi. Ah, doğru ya, bana böyle söyleyebilecek tek insan şuan isimsiz bir mezarın altında çürüyordu. Anne, seni özlüyorum.

Kaburgalarımın müsaade ettiğince derin bir nefes aldım. Toprak ölüm gibi kokuyordu. Ama biliyordum. Belki de içime doğmuştur ancak ölümüm bu kadar huzur verici olmayacaktır. Muhtemelen acılar içinde kıvranarak ölürüm. Dudağımın kenarından gülümsedim. Derin bir uykuya dalmak istiyordum. Zaten zorlanarak açık tuttuğum gözlerimi bu kez kendi isteğim ile kapatmıştım...

***

Neresi olduğunu bilmediğim bir rotanın ortasındaydım şimdi. Bedenim ve zihnim tüm bu karmaşanın ortasında öyle yorulmuştu ki kabus bile görememiştim. Belki de artık kabuslarıma bile layık değildim. Gözlerimi araladığımda bulunduğum yerdeki sıcaklığı rahatça hissedebilmiştim. Konforlu bir yatağın içindeydim ve tüm hayatım boyunca içinde bulunmaya asla layık olamayacağım bir odadaydım. Çevreme bakındım.

Ketenden yapılma rahat bir geceliğin içinde, dünden kalan tüm toz ve kirden arınmış bir şekilde duruyordum. Yatağın üzerine oturdum. Odada şimdiye kadar görmediğim kaliteli eşyalar ve tuğlalardan yapılma çoktan sönmüş bir şömine vardı. Kollarımda ve bacaklarımdaki yaralar tedavi edilmişti. Ayaklarım acımıyordu. Adımlarımı ahşaptan yapılma zeminin üzerine bıraktım ve birkaç adım atarak yatağın biraz ötesinde, barok mimari tarzında yapılmış devasa pencerenin önündeki yuvarlak ve oldukça estetik duran masanın önüne kadar gittim. Sonra içeriye bir hizmetçi girdi. Önünde temizlik malzemelerini taşıdığı tekerlekli bir masa gibi bir şey vardı. Masayı itip içeriye girdi. 

Kayıp YıldızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin