VIII

166 8 0
                                    

Zaman göreceli bir kavramdı. İnsandan insana farklılaşır , duygudan duyguya şekil değişirdi. Bu sözleri ilk defa duymasının üzerinden kimine göre kısa kimine göre ise uzun bir zaman geçmişti.

Fiona'nın inatla "ders" dediği şeyi yapmak için kendisini sabahın erken saatlerinde uyandırdığı bir gün , öylesine söylenmiş birkaç kelimeydi bunlar.

O zamanlar ne demek istediğini anlamamış , herkes için nasıl farklılaşabileceğini düşünmüştü günlerce. Tabi düşünceli geçen günlerinin sonunda herhangi bir cevap bulamamış , zihnindeki bilinmeyenler yığınına bir yenisini daha eklemişti.

Şimdiyse tüm o bilinmezlik mucizevi bir şekilde görünür hale gelmiş gibiydi. Çünkü değişen birçok şey vardı , değişen hiçbir şey yoktu. Ama her gün yaptığı şeyleri yapmasına rağmen bugün zaman ilerlemiyordu. Bu durum ise sinirlerini bozuyor , gözleri sürekli gökyüzüne kayarken güneşin batmadığını gördüğü her an kaşlarını sinirle çatıyordu. Fiona söylediklerinde haklıydı. Bugün sanılandan çok daha uzundu onun için.

Tüm siniri yüzüne yansımış defalarca olduğu gibi yine kaşlarını çatarak güneşe bakmaya başlamıştı. Büyük bir hesaplaşmaları vardı güneşle çünkü kendisine inat eder gibi batmamak için elinden geleni yapıyordu. Tek bir günün içinde aylarını geçirmiş gibi hissetmesine engel olamıyordu.

Onun bu bitmek bilmeyen kavgası ise sarayın bahçesindeki herkes için yeni bir eğlence kaynağı olmuştu. Uzun bir zamandan sonra , çok çok uzun bir zamandan sonra ilk defa yüzlerinde bir gülümseme vardı herkesin.

Öyle ki güneşle girdiği hesaplaşma hemen fark edilmiş bahçeden kahkaha sesleri yükselmişti. Sarayın en yaşlısı olan huysuz ihtiyar bile onun bu haline gülmeye başlamıştı. Bu kaçıncı gülüşleriydi kimse bilmiyordu ama acı dolu yılların ardından buna ihtiyaçları olduğu kesindi.

Genç kız duyduğu kahkaha sesleriyle irkilmiş kendisine gelirken şaşkın gözlerle etrafına bakmış , bu neşenin kaynağını aramıştı. Baktığı her bedenin bakışlarının üzerinde olmasıyla ise önce şaşırsa da hemen sonrasında yeniden çattığı kaşları ile tekrar kahkaha seli almıştı bahçedekileri. Öyle ki kral bile gülmeden edememişti.

Bu ise bahçenin ortasındaki yavru omegayı daha da kızdırmış , kendi kendisine söylenmesine sebep olmuştu. Ağzından çıkan her bir kelimenin duyulduğunu öğrenmesi ise uzun zaman alacaktı.

Bilmedikleri zihninde büyük bir yığın oluştursa bile üzerine eklenecek olan çok fazla yük vardı. Bu yüklerin arasından en büyüğü ise tüm o kahkahalardan ve neşeden uzakta sessizlik içinde yatağında yatmaktaydı. Onun için ise zaman , diğer herkesinkinin aksine durmuştu.

Çünkü acı bir bedeni bulduğunda ona tutunmak için zamanı yavaşlatırdı. Ele geçirdiği beden bitmek tükenmek bilmeyen günlerin ardından ölmek için yalvarır hale gelirdi. Ama bu hayattı. Ölmek istediğin anda daha çok yaşatırdı acı çeken benliğini. Zaman geçmek bilmezdi. Acı bitmezdi. Elinden hiçbir şey gelmezdi. Günler geçerdi ama sanki hiç geçmemiş gibi hissettirirdi.

Sonrası ise fazlasıyla beklenmedikti. Acı bitmemişti. Zaman durmaya devam etmişti. Ama bir gün hiç tanımadığı bir beden gelmiş , tozlarla kaplı bedeninin üzerindeki o kırık beyaz çarşafı kaldırmıştı. İşte bu zamanı bile tepetaklak edebilecek bir şeydi. Etmişti de. Zar zor açtığı gözleri ile pencereye bakarken bunu biliyordu yaraları sızlayan beden. Çünkü artık gökyüzünün rengi değişiyordu. Zaman ilerliyordu.

Yarı uykulu yarı uyanık geçirdiği saatlerde gözü sürekli pencereye gitmiş güneşin doğuşuyla sararan gökyüzünü , mavinin çeşitli tonlarına evrilişini , kızıla boyanışını ve kararmasını büyük bir sabırla izlemişti. Tüm o zaman boyunca ise bir şeyin daha farkına varmıştı. Ne için olursa olsun , beklemek için bir sebebinin olması bile paha biçilemeyecek kadar değerliydi.

NigredoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin