XVI

149 11 7
                                    

Gökyüzü yavaş yavaş kızıllığını kaybederken sarayın batısında yer alan uçurumun; aradan geçen yılların ardından ilk defa bir ziyaretçisi vardı. Beline kadar inen dalgalı kumral saçlar rüzgarda uçuşurken , düşüncelerinin arasında kaybolan beden ise bundan bir haberdi. Ancak tam şuan birisi gelip ona bunu söylese sadece gülüp geçerdi.

Bilmediği ne çok şey vardı! Elbette bir yenisini dala öğrenmek onun için artık normal sayılırdı. En azından o böyle düşünüyordu ama hisleri konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceği de kesindi.

İlk defa zihni ve kalbi arasında kalmış ve bu denli sarsılmıştı. Sarsıntının şiddeti ise hala daha devam ediyordu. Hatta geçen her dakika daha da artıyor gibiydi.

Güneş ışıkları yüzünü terk etmiş ay doğmak için fırsat kollarken içinde verdiği savaşlardan habersiz gibi tebessüm etti. Bu halleri sabahtan beri üzerinde olan gözleri endişelendiriyor olmalıydı. Ders daha başlamadan anlamıştı aslında bir şeyler olduğunu. Farklılıkları hissetmemek elinde değildi. Yanılmamıştı da. Ama içinden bir ses kendi köşesine saklanmış korkudan sayıklarken yanılmış olmayı hiç olmadığı kadar çok istiyordu. Onun korkusu , kendi korkusu olmuş bedeni yavaş yavaş hissizleşirken zihnindeki tüm duvarlar yıkılıyordu. Bunun kulağa hoş geldiğini hatta özgürlüğe bir adım gibi gözüktüğünü biliyordu. Ama bilmek ve hissetmek tamamen farklı şeylerdi onun için. Çünkü bunu bilse bile hissettiği tek şey o duvarların üzerine yıkıldığıydı.

İşte içindeki bütün karmaşanın sebebi buydu. Sözcükler tek tek zihninde yankılanırken çatlayan duvarlar , içinde başlayan kargaşa , üzerine yıkılan duvar yüzünde yaşadığı acı ve akan kanı.

Ağlamaktan kızaran gözleriyle yerdeki kan birikintisine bakarken sırtını duvara yaslamış , korkudan dişleri birbirine çarpmaya başlamıştı. Sırtından tüm bedenine yayılan soğukluğu hissedemiyordu. Alnında biriken terler saçlarını yüzüne yapıştırırken ses çıkarmamak için elinden geleni yapmış olsa da bir işe yaramamıştı. Ellerini hızla ağzına kapatmış dişlerinden çıkan sesi kesmeye çalışırken görüş açısı yavaş yavaş kararmaya başlamış , göz yaşı teninde iz bırakarak yere damlamıştı.

Canı acıyordu. Kendisini alıştığına ikna ettiği her seferde daha da çok acıyordu. Acıyı en çok da bu yüzden sevmiyordu. Her seferinde nasıl aynı yerden yara alabilir , her seferinde nasıl bu kadar çaresiz olabilirdi? Neden hep devam etmesi gerekirdi. Bunu artık istemiyordu. ' Artık bu şekilde yaşayamıyorum. ' Aynı kelimeler bir döngü halinde zihninde canlanırken duyduğu adım sesleriyle gözlerini irice açmış , acısının daha da artacağını bilerek nefesi kesilmişti. Korku üzerinde bu denli etkiliydi.

' BEN BU ŞEKİLDE YAŞAYAMIYORUM! '

Gözlerinin önünde canlanan anılarla yüzündeki tebessüm asılı kalmış bir süs misali öylece dururken hızla başını sallamıştı kendisine gelmek için.

Bugün yaşadıkları ona fazla gelmişti. Kaldıramayacağı kadar fazla. Öyle ki büyük bir çabayla yerin dibine gömdüğü anıları yeniden gün yüzüne çıkmıştı.

Hava yavaş yavaş kararırken ilk defa üzerindeki gözleri , herkesin düşüncelerini ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmeden; oturduğu uçurumun kenarından kalkmış yavaş adımlarla odasına gitmeye başlamıştı.

Öfkeli ya da kızgın değildi. Ve beklenmedik bir şekilde kırgınlık da hissetmiyordu. Tüm bunların yerine korku vardı. En çok korktuğu duygu. Trajikomik bir paradokstu ama doğruydu. 

" Prens Evan hiçbir zaman iyileşemedi. "

Saatler önce duyduğu cümle yeniden zihninde yankılanırken hissettiği tek duygu buydu. Korku.

Evan'ı seviyordu. Bunu inkâr edemeyecek kadar yorgundu. Ama bu sevgi artık bir sorundu. Çünkü onu korkutuyordu. Nefeslerini hızlandırıyor , avuç içlerinin terlemesine sebep oluyordu.

Oysa onu seviyordu. Her gün büyük bir heyecanla onun yanına gitmeyi , sevgiyle kendisine bakan gözlerini , kırıklarla dolu tenini , kitap okurken sürekli kendisini izlemesini , birlikte ettikleri sohbetleri , parmaklarını çevreleyen saçlarını , dizlerinde uyumasını , konuşmalarını , beraber susmalarını , o naif dokunuşlarını...

Bunlar birisini sevmek için yeter mi bilmiyordu. Ama Evan'ı seviyordu. Her gece onu bekleyen Evan'ı. Gözlerine sevgiyle bakan Evan'ı. Sessizliğini paylaşan Evan'ı.

Şimdiyse onun sadece bunlardan ibaret olmadığı gerçeği öylesine sert bir tokat atmıştı ki yüzüne bırak gerçekliğe dönmeyi , daha da dibe batmıştı. Çıkmak artık imkansızdı. Ama dipte de yaşanmazdı.

Bir türlü kabullenemiyordu bunu. Belki de bunu öğrenmesinin üzerinden sadece bir kaç saat geçtiği için hala bu haldeydi ama kim bilebilirdi ki. Zamanı tahmin etmek onun yapabileceği bir şey değildi.

Onun gördüğü Evan ile başkalarının gördüğü Evan farklıydı. Oysa ki hepsinden de önemlisi başkalarının da onu görmesiydi. O sadece kendi gözlerinin önündeki kişi değildi. Varlığı kendisiyle sınırlı değildi. Ama tek istediği buydu.

Değişimin neler getireceğini bilemezken nasıl aksini isteyebilirdi ki? Onun sadece kendisinden ibaret olması mümkün değildi , bunu hayat ona bugün sayesinde açıkça göstermişti. Yine de bencil olmak , yapabildiği en kötü karakteri canlandırmak ve onu sadece kendisinin yapmak istiyordu. Birgün ellerinden kayıp gidecekken onu nasıl sıkıca tutabilirdi ki.

Bir eş. Ruhunun diğer yarısı. Nasıl mümkün olabilirdi. O Evan'a karşı böylesine derin duygularla bağlıyken , Evan'dan başkasını istemezken ve içindeki tüm bencilliği onun için kullanmak isterken nasıl bir başkası daha olabilirdi.

Hepsi bir yalan mıydı? Ruhunun diğer yarısını kaybetmiş birisi nasıl öylesine büyük bir sevgiyle kendisine bakabilirdi.  Kendi ruh eşi varken nasıl kalbini bir başkasına verebilirdi.

Anlamıyordu. Buraya geldiği günden beri hiçbir şey bilmiyor ve hiçbir şeyi de anlamıyordu. Sadece öyleymiş gibi gösteriyorlardı o kadar. Kandırılmış gibi hissetmekten kaçamıyordu.

Sarayın bahçeye açılan kapısına varmış içeri girerken büyük bir endişe ve korkuyla kendisine bakan bedenlere bakmıştı öylece. Tüm o sevgi gösterileri bir yalan mıydı? Nasıl böylesine zalim olabilmişlerdi.

Oysa ki daha bir kaç gün önce Evan'ı kendisinden ibaret sanıyordu. Ama bu büyük bir yanılgıydı. Asıl kendisi sadece ondan ibaretti. Kim bilir belki de bunun için buradaydı. Her şeyin tek amacı buydu.

Tam doksan yıl. Doksan yıl boyunca esaret altında , korkarak ve bilgisizlik içinde yaşamıştı. Nasıl oluyordu da kurtarılmak sadece bir kaç saat sürüyorken bunun için yıllarını harcamıştı.

Neden buradaydı? Hepsi Evan için miydi? Bir kurtuluş için mi kullanılmıştı? Sadece Briella olmak yetmiyor muydu yaşamak için? Bir eve sahip olmak , bir aileye sahip olmak...

Günün sonunda neden hep yalnızdı. Oysa kanını emen o yaratık bile türdeşlerinden daha dürüsttü kendisine karşı.

Şimdiyse sarsak adımlarla kendisini yatağa atarken kimin dost kimin düşman olduğunu bilmiyordu. Neden hep bununla sınanıyordu? Tek bir şey. Doğru bildiği tek bir şeye ihtiyacı vardı ama o bile yoktu elinde. Yine kimsesiz kalmıştı dört duvar arasında. Özgürlük bu muydu? Esaretten bu kadar farksız mıydı?

From stars ✨

NigredoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin