XVIII

130 11 1
                                    

Kiraz ağaçları çiçek açmış bütün ovayı pembeye boyarken kokuları her yere yayılmıştı. İşte bu , yılın en sevdiği zamanıydı. Aksi nasıl mümkün olabilirdi ki zaten?

Küçük çocuk başını kaldırmış önündeki devasa ağaca hayran gözlerle bakarken bunu saatlerce yapabileceğini biliyordu. Çiçeklere karşı büyük bir ilgisi vardı. Sahip oldukları o eşsiz renkleri ve kendilerine has kokuları onu öylesine şaşırtıyordu ki bunun için özel bir çaba harcamasına bile gerek yoktu. Eskiden beri bu hayranlığa sahip olsa da asıl sevginin sonradan içine işlediğini de biliyordu. Ruh eşlerinin birbirini bulduğunda bedenlerinde çiçek açtığını öğrendiği günden beri içindeki heyecana engel olamıyordu. Kendi eşini bulduğunda hangi çiçeğin onları seçeceğini öylesine merak ediyordu ki bazen kendisini şikayet etmekten alıkoyamıyordu.

Yine de bunun için beklemesi gerektiği yeniden zihninde belirmiş annesinin dediklerini yeniden hatırlayarak bulunduğu anı bozmamaya çalışmıştı. Derin bir nefes almış aldığı kokuyla gülümserken arkasından gizlice yaklaşmaya çalışan bedeni fark etmesiyle zihnindeki her şey kenara çekilmiş ve doğru anın gelmesi için beklemişti , tıpkı derslerde öğrendiği gibi.

Büyük bir sabırla beklemiş , aniden üzerine atlayan bedenle gülerek arkasına dönmüş ve birlikte yerde yuvarlanmaya başlamışlardı. İkisinin de gülüşleri etrafa dağılırken yeni yeni uzamaya başlayan otların üstünde yatan arkadaşına bakmıştı. Bu yıl ikisinin de kraliyet dersleri başlamıştı bu yüzden de eskisi gibi görüşemiyorlardı. Bu bazı zamanlar canını sıksa da üzülmemek için elinden geleni yapıyordu. İstedikleri zaman birbirlerinin yanlarına gidip gelebilirlerdi bunu ikisi de biliyordu. Ama yine de büyümek ile ilgili düşünceler bazı zamanlar onu bulunduğu andan çekip alabiliyordu.

Rüzgar hafif bir meltem halinde esmiş üzerlerine çiçekleri serpiştirirken gökyüzüne bakmış ve üzülmek yerine yattığı yerden kalkmıştı. Gelecek ya da geçmiş için bir şey yapamazdı. Ne kadar denerse denesin bazı şeyler aynı kalmak zorundaydı. Ve kabullenmek ise hayatı güzel kılmanın başka bir yoluydu. Bunu ona deniz fısıldamıştı. Suyu durdurmak yerine akmasına izin vermek verilebilecek en güzel yanıttı.

Onun oturduğunu gören arkadaşı da ona katılmış karşısına geçerken gelecekte neler olacağını bilmiyordu ama şu anda sahip olduğu şeylerin değerini kaybetmek istemiyordu. Gözleri kırmızıya dönerken odaklanmak için elinden geleni yapmış , sert bir rüzgarın ezmesini sağlamıştı. Hala daha eksik yanları vardı ama derslerde de olduğu gibi çok hızlı ilerliyordu. Ağacın dalı süzülerek ellerine düşmüş anlamayan gözlerle kendisine bakan bedene gülümsemişti.

Yapıp yapamayacağı konusunda hala daha tereddütte olsa da kararlılıkla kaşlarını çatmış bakışlarını ellerine çevirmişti. Vazgeçmek doğasında yoktu. Ne olursa olsun sonuna kadar savaşırdı.

Birkaç dakikanın ardından elindeki dal yavaş yavaş bölünmüş ve eğrilerek çember halini almıştı. Üzerinde herhangi bir çiçek ya da süsleme yoktu. Değerli bir hediye değildi belki ama özeldi. Bu anı sonsuza dek yaşatmak için yeterdi. Anılar birkaç sözü , satır arası mesafeleri ve yankılanan sesleri severdi. Yaşamak onlar için hayat felsefesiydi.

Elindeki iki bileklikten birisini üzerindeki gözlerin sahibine uzatmış ağzından kelimeler teker teker dökülürken en sonunda da kendine ait olanı bileğine takmıştı.

" Sen benim en yakın arkadaşımsın. Bu da bunun en büyük kanıtı. Artık bizi hiçbir şey ayıramaz. Ne sıkıcı dersler ne de kaçamadığımız kraliyet işleri. Hiçbir şey! "

" Hiçbir şey! "

Gök bütün ihtişamıyla parlarken hemen altındaki iki beden saf bir sevgiyle birbirine sarılmış , aralarındaki bağ için bedenlerinden daha büyük bir söz vermişlerdi.

Hemen ardından kulaklarına gelen sesle kendilerini çağıran annelerine bakmış büyük bir hızla saraya doğru koşmaya başlamışlardı. Aralarında geçen 'ilk kim gidecek' yarışı onlar için sadece bir oyundan ibaret olsada mimiksiz bir şekilde onlara bakan beden için durum düşünüldüğü gibi değildi. Aksine zihninde dönenler ile gerçekler birbirinden o kadar farklıydı ki gerçek ile rüya bile daha çok anlaşılırdı.

Duygularını yüzüne yansıtmamak için elinden geleni yapmış zihninde düşünceler birbiri ardına geçerken geride kalan oğluna bakmıştı. Her zaman olduğu gibi kaybetmişti. Hiçbir zaman Evan'ı yenememiş hep kaybeden taraf olmuştu. Onunla ne kadar ilgilenirse ilgilensin sonuç hep aynıydı. Ve o bunu görmekten artık sıkılmıştı. Geleceğe dair bu denli büyük planları varken yoluna çıkan pürüzler konusunda kararı kesindi. Ne şekilde olursa olsun istediğini alacaktı.

" Nerelere daldın öyle? " Omzuna konan elle irkilmiş hızla arkasını dönerken kraliçenin gülümseyen yüzüyle kısa bir an duraksasa bile sorun değildi. Maskesinin değiştirmek onun için yapılabilecek en kolay eylemdi. Nefes almak kadar farksız ama bir o kadar da gerekli.

Büyük bir nezaketle gülümsemiş sarayın bahçesindeki çardağa doğru ilerlemeye başlamışlardı. Kahkaha sesleri her yeri kaplasa da bu aslında bir tiyatrodan farksız değildi. Bazı kişiler karakterini öylesine benimsemişti ki oyunun gerçek olduğunu sanmaya dahi başlamıştı. Ama asıl sorun hiçbir zaman onlar olmamıştı. Oyunun farkında olmasına rağmen karakterini kaybedenler en büyük yanlıştı. Ve düzeltmek artık imkansızdı. Oyun çoktan başlamıştı.

From stars ✨

( Umarım kitabı batırmam🙏🏻 )

NigredoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin