38.BÖLÜM Ayrılık

11 2 19
                                    

İyi okumalaarr oy verip yorum yapmayı unutmayınnn ✨✨💖

                                   🫀

Jay'den...

Hyunjin ve Moonbin de bize katıldığında uzun bir sohbete daldık. Minho ve Jisung hâlâ tartışıyor olmalıydı. Buna ben sebep olduğum için oraya baktıkça acı çekiyordum. Minho yavaşça sandalyesini çekip oturduğunda gözlerindeki boş bakışı gördüm. Çenesinden süzülen yaşı kimseye çaktırmadan sildi ve zorla gülümsedi.

"İyi misin?" Kulağına doğru fısıldadım.

"Gibi. Artık ne yaparım fikrim yok ama sanırım geri kazanmayı deneyeceğim." Jisung ağır şeyler söylemiş olmalıydı.

"Ayrıldınız mı? Özür dilerim benim yüzümdendi."

"Sonra konuşalım bunu. Senin yüzünden değildi." Ortama geri döndüğümüzde kahvemden büyük bir yudum aldım. Uzun bir sohbetin ardından Moonbin, Eunwoo'nun geleceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı.

"Şimdi ikiniz de neler olduğunu anlatıyorsunuz." Hyunjin bize şüpheli gözlerle baktı.

"Yürüyelim mi o zaman? Daha fazla burda durmak istemiyorum." Minho'yu onaylayıp yürümeye başladık.

"Jisung ile ayrıldık." Kısaca söyleyip bitirdi.

"Nasıl?"

"Söylediğim yalanların, herşeyin farkındaydı. Bugünkü de bardağı taşıran son damla oldu. Anksiyetesi tuttu yanımdan kaçmayı denedi orada." Minho gözyaşlarını tutamadı. Daha önce sevgilim olmamıştı. Ayrılık duygusunu bilmesem de Felix'e olan aşkım sayesinde ondan nasıl hoşlandığını anlayabiliyordum.

"Benim yüzümden bitti işte ısrar etme." Minik isyanımla cevap verdim.

"Hayır, bendim yapan senin suçun yok asıl." Daha fazla ağlamaya başladı.

"Tamam didişmeyin bir yolunu bulur barıştırırız ağlama Minho." Hyunjin haklıydı sanırım.

"Haklısın buluruz bir yol çözüm."

"İyi ki varsınız." Minho yavaşça bizi kendime çekip sarıldı.

"Gelin eve bıraktırayım sizi." Arabaya doğru ilerleyip kapıyı ikisi için tuttum.

"Şey beni hastaneye bırakabilir misiniz Jay? Minseo'yu görmek istiyorum." Başımla onayladıktan sonra şoföre yolu tarif etmeye başladım.

Sonunda eve vardığımda eşofmanlarımı giyip mutfağa girdim. Saat 17.00 a geliyordu. Felix bir saate gelirdi. Hoşlandığımı hâlâ söyleyememiştim ama bizimkilere göre çok belli etmeye başlamıştım. Son haftamız olduğu için mezuniyette ya da daha önce halletmem lazımdı bunu. Aslında mezuniyete beraber katılmayı teklif etmeyi planlıyordum.

Güzel düşüncelere dalmışken fırının sesi beni kendime getirdi. Fırındaki eti çıkarıp tezgahın üzerine koydum tam istediğim gibi olmuştu. Zil sesini duyduğumda yüzümde bir mutlulukla kapıya yürüdüm. Kapıyı açtığımda karşımdaki kargocu beni şaşkına çevirdi.

"Park Jay adına paket."

"Evet benim." Kargocu ufak kutuyu bana doğru uzattı.

"Teşekkürler." Teşekkür ettikten sonra kapıyı kapattım. Yüzümdeki gülümseme gitmişti. Felix geldiğini zannetmiştim. Kutuyu açtığımda uzun süredir beklediğim PlayStation kollarını gördüm. Konsolun yanına bırakıp yemeğimin başına gittim. Etin üzerine yaptığım sosu bitirdim. Makarnalarımı süzmek için ocağın altını kapattığımda tekrar kapı çaldı. Bu sefer Felix olduğunu düşünerek kapıya ilerledim. Yanılmamıştım Felix'i içeri alıp sarıldıktan sonra mutfaktaki işimi bitirmeye döndüm. O ise beni izliyordu.

Felix'ten...

Jay'i yemek yaparken izlemek aşırı güzeldi. Geniş omuzlari ve yan profili harika görünüyordu. Açılabilir miydim emin değilim ama ondan hoşlanıyordum.

"Yanıma gelsene" Amerikan tarzı mutfak olduğu için salondan onu izliyordum. Mutfak adasından bir tabure çekti. Elleri belime doğru uzanırken aniden geri çekildi. Ahh kalbim neyin var bu kadar hızlanacak. Gülümseyerek doğradığı sebzelere döndü. En sonunda biraz makarna alıp tabağa yuvarlak şekilde koydu. Üzerine biraz baharat ve sebze bıraktı en sonunda yanına eti de koyup sosu döktü. Önce çatal ve kaşığı önüme yavaşça biraktiktan sonra raftan iki tane kadeh indirdi. Ardından tabakları masaya bırakıp buzdolabına yöneldi. Heykel gibi görünüyordu biraz daha sabredersem çatlayabilirdim.

Buzdolabından çıkardığı şarap şişesini masaya bıraktı. Bir dakika içki mi içiyordu? Şişenin mantarını tirbuşon ile çıkarmayı denerken gözüken damarları ayrı bir çekiciydi. Şişeyi açtıktan sonra bana doğru döndü.

"Şarap?"

"İçiyor muydun? Burada 18 yaşından küçüklerin içmesi yasak değil miydi?"

"Lixie ben Amerika'dan geldim. 14 yaşımdan beridir bununla beraberim. İster misin? Ben yanında olduğum için birşey olmayacak korkma. Ama ağır bir şaraptır senin durumunda tek kadeh bile sarhoş edebilir." Korece konuşmaya başlamıştı. Aksanına da ayrıca aşık oluyordum. Jay'in her parçasına aşık olamazdım değil mi?

"Vahh bilmiyordum." Avustralya'da hiç içmemiştim. Defalarca annem ve babamın yanında içkili ortamlarda bulunmama rağmen babam asla içmeme izin vermezdi. Önce bana ardından kendine yarım kadeh şarap doldurdu. Sessizce yemeğimize başladığımızda yavaşça Jay'i izliyordum.

"Nasıl bu kadar iyi yemek yapmayı öğrendin çok güzel?"

"Daha sonra öğretirim istersen. Babam ve annem şirketten dolayı sürekli seyahat halindeler bir süre sonra kendini geçindirmeyi öğreniyorsun. Evde ne kadar kişi olursa olsun ilgi olmayan bir evde çok yalnız hissediyorsun." Çatalını sertçe tabağın yanına bırakıp kalan şarabını tek yudumda bitirdi.

"Üzülme en azından bunu yapabiliyorsun." Şarabımdan aldığım her bir yudumda yüzümü ekşitiyordum. Şimdiden başım dönmeye başlamıştı. Gerçekten ağır bir şarap olmalıydı. Jay o halimi farkettiğinde yüzünde belirsiz bir gülümseme oldu. Yarım saat sonra ikimiz de sessizlik içinde yemeğimizi bitirdik. Başım daha fazla dönemeye başlamıştı üçüncü kadehi yarılamıştım.

"Yanakların kızarmaya başladı." Ellerimi yanaklarıma koyduğumu farkettim. Bana neler oluyordu?

"Gerçek mii?" Konuşmam bozulmaya başlamıştı. Ve Jay kahkaha atıyordu. Kadehimin tamamını kafama diktim.

"Dur yavaş çarpar o seni." Dediklerine aldanmadan devam ettim.

"Gel şuraya ayakta duramazsın birazdan." Sarhoş olduğumu anlamış olmalıydı.

"PlayStation?"

"Oluye." Korecemin tamamen bozulduğunu farkettim. Oyun konsolunu açıp kollardan birini bana verdi. PES oynamaya karar verdik. Jay Paris Saint Germain'i seçtiğinde Manchester United'ı seçmeye karar verdim. Jay bu oyunda çok iyiydi. İlk maç 3-3 bittiğinde rövanş teklif etmiştim ama önümü bile düz göremiyordum. Son maçı Jay 5-1 kazandığında gülerek ayağa kalktı.

"Bu halde eve falan göndermem seni gel şuraya." Belimden tutup ilerlemeye başladık. Sadece o mükemmel yüzüne bakıyordum tek kelime dahi etmedim. 3 tanelerdi ve üçü de mükemmeldi. Jay ne zaman klonlanmıştı yoksa üçüz müydüler? Üçüne birden aşık olmuş olamazdım değil mi? Belimden ellerini çektikten sonra yatağı açıp içine yatırdı ve üstümü örttü.

"Burası kendi odam. Ben yukarı kattayım sorun olursa ara tamam mı?" Arkasını dönüp gidecekken bir tanesinin bileğini yakaladım.

"Niye kalbim bu kadar hızlı atıyor? Jay kalbimin ritmiyle oynuyorsun." Elini kalbimin üstüne doğru koymayı denedim ama çok başarılı değildim. Minik bir tebessümle gözleri kapattı.

"Yanımda kalın biriniz. Üçünüz de heykele benziyorsunuz o geniş göğsünde uyumak istiyorum." Yüzündeki kocaman gülümsemeyi gördüm.

"Emin misin Lixie flört aşamasında fazla ileri gitmiyor muyuz? Bir sonraki aşamaya geçme vakti geldi sanırım." Yavaşça kafamı salladığımda t-shirtunu çıkarıp yorganı kaldırdı. Yanıma girip başımı yavaşça göğsüne yasladı. Daha fazla ona sokuldum. Harika kokusu içinde dakikalar sonrasını hatırlamıyordum bile.

Serendipity Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin