"Kulisime geçebilirsiniz, Ahu'yu bulup yanınıza uğrayacağım." sahne arkasına Araf'la beraber giriş yapmıştık, içeride Araf hariç herkes bir koşuşturma içerisindeydi. Geç kalmamıştık ama yıldımızın hazırlanması belli ki uzun sürüyordu.
Damla'yla karakolun önündeki ufak öpüşmemizden sonra pek konuşmamıştık. Hatta yüzüme bakmaya bile çekiniyormuş gibi hissetmiştim. Beni öpmesini asla beklemiyordum, karşı koyamayan öpmek isteyen taraf genelde ben olurdum. Damla bana deli gibi öfkeliyken sonu nasıl öpüşmemizle sonuçlanmıştı bilmiyordum ama o an aklıma geldikçe yüzümde ufak bir gülümseme oluşup duruyordu. Onu en son seneler önce öptüğümü düşünürsek yüzümdeki komik gülümseme beni şaşırtmıyordu.
Damla sessizliğini koruyarak bize kulisi göstermek için ilerleyen güvenliği takip ediyordu, neredeyse yan yana yürüdüğümüz için arada bir ellerimiz birbirine çarpıyordu.
Aramızdaki görünmez dokunulmazlığı yıkmak bundan sonraki herhangi bir dokunuşa kapı açmıştı. İkimizin arasında hep bir çekimin olduğunu söylemiştim, şimdiyse öpüşmemiz bu çekimi ateşlediği için en ufak bir dokunuşun üzerimizde etkisi olacaktı. Az önce olduğu gibi...
Kulise giriş yaptık, güvenlik Araf'ın birazdan burada olacağını söyledi. Damla bulduğu ilk sandalyeye oturdu. Burada yapabileceğimiz pek bir şey yoktu, onu rahatsız etmemek veya benim aklımdan çıkaramadığım o öpüşmeyi hatırlatmamak için ayakta kalmayı tercih ettim. Beni şu an pek görmek istiyor gibi değildi.
Tüm bu düşüncelerime rağmen gözlerimi onun üzerinden çekmedim, sanki bu onu rahatsız etmeyecekmiş gibi. Bakışlarımı hissettiğini gözlerini sürekli hareket ettirmesinden anlayabiliyordum. "Beni yiyecekmiş gibi bakmaya devam mı edeceksin?" sırıttım.
"Eğer beni yediğini unutamazsam devam edeceğim." kaşlarını çatıp yarım saat sonra ilk defa gözlerime baktı.
"Seni yemedim. Normal bir öpücüktü işte." şaşırmış gibi kaşlarımı kaldırdım.
"Öyle mi?" dedim. "Demek normal bir öpücüktü." sandalyesinin önünde eğilerek sözlerime devam ettim. "Dudaklarıma bak, görüyor musun ne hâle geldiklerini? Biraz daha öpsen moraracaklarmış."
"Abartma Ege, sen 'Benim hayalim mor dudaklar.' demiyorsun da anca benimle uğraşıyorsun." kıkırdadım. Hayatıma girdiği günden beri dediğim şeylerin tam tersini söylemeye yemin etmişti sanırım.
"Yani beni yemedin?" dedim sakince. Başını salladı. Arkamdaki kapıyı kontrol ettim, kitli değildi. Araf'ın kulisi olduğu için onun dışında kimsenin gireceğini zannetmiyordum. Yine de kulisteki sandalyelerden birini kapının önüne koydum. Damla ne yaptığımı garipserken ona bakıp omuz silktim. Oturduğu koltuğun önünde diz çöktüm ve derin bir nefes aldım. Ömrümüz boyunca Damla'nın benimle inatlaşmasının sonucu ona yeni bir ok olarak dönecekti. "Madem beni yemedin, o zaman ben seni yerim." daha o "Ne oluyoruz?" diyemeden normal bir günde utana sıkıla asla atmaya cesaret edemeyeceğim oku bugün onun başlattığı savaşla fırlattım. Hem de tam onun güzel kalbinin üzerine.
Karakolun önündeyken bana verdiği nazik öpücüğün katbekat çılgınını dudaklarına bıraktığımda nerede olduğumuz önemli değildi. Burası bildiğim her yerden daha güzel bir yere dönüştü, onun dudakları sayesinde. Nezaretten çıktığımızda da aynısı olmuştu ama o anın şokundan, seneler sonraki ilk öpücüğümüzün verdiği heyecandan bu kadar güzel olduğunu fark edememiştim. Damla başlattığında devam ettiremeyecek kadar şaşırmıştım, ben başlattığımdaysa o durumun şokundan daha kolay kurtulmuştu. Tanrım, var mıdır kollarımdaki bu güzel kadından daha naif dudakları olan? Hiç sanmıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsunlu Ümitler
General FictionBenim bütün ümidim, onun efsunlu kalbindedir. Ümitsizliğe kapıldığımız an kendi kalbimi koyacağım masanın ortasına. Ümidimi efsunuyla kaplayacak ve biz ona artık "Efsunlu Ümit" diyeceğiz.