"Anne, ciddi olamazsın ya!" uçağım Sabiha Gökçen'e iner inmez annemi aramıştım. Yolculuk yaklaşık bir buçuk saat falan sürmüştü. Rahat gelmiştim. "Beni İstanbul'a yalnız göndermiş olamazsın!"
"Ama gönderdim." annem keyifli keyifli gülüyordu.
"Ben hiç bilmediğim bir şehirde ne yapacağım peki?" çantamı sırtıma takıp çöle atılmış turist gibi etrafa bakıyordum. Adnan Menderes'te bile kapıyı zor buluyordum, buradakini nasıl bulacaktım?
"Hiç bilmediğini söyleyemeyiz aslında, sekizinci sınıftayken gitmiştin." annem benimle gerçekten dalga geçiyordu. Başka açıklaması olamazdı.
"Anne, o gelişimden hatırladığım tek şey Yerebatan Sarnıcı'ndaki Medusa heykeli!" annemin bana gözlerini devirdiğine emindim ama yolumu gerçekten nasıl bulacağıma dair bir fikrim yoktu.
"Umut, abartma bir tanem. Aklı başında bir çocuksun, ayrıca yetişkin olduğunu söyleyip beni delirtmiyor muydun? Yetişkinler ne yapar eder yolunu bulur." zekamı annemden aldığım için şükrettim. "Çantanda dayının üniversitedeyken kaldığı evin anahtarı var, adresi mesaj olarak attım. Gitmek istediğinde taksiye binebilirsin. Hesabında yeterince para var." şok içinde annemin planını dinliyordum. "Kaybolursan Damla'yı bul. Sonuçta sevgilinin şehrindesin." ağzımı açtım ama daha bir şey söyleyemeden telefon suratıma kapandı.
Teknik olarak sevgilim değildi ama tamam.
Yani hiç bilmediğim bir şehirde, sevgilimin şehrinde, ne yapacağımı bilmiyordum. Evet Damla'yı bulup bana rehberlik yapmasını isteyebilirdim ama sanırım ilk karşılaşmamız için bu basit kalırdı.
Önce taksiye atladım ve dayımın evinin adresini verdim. Dayım zaten yurtdışındaydı, evde bir sürprizle karşılaşmazdım. Yani öyle umuyordum. Allah'tan evi havaalanından çok uzak değildi, tabii trafik yüzünden on dakikalık yol kırk dakika olmuştu. Taksiciye yol ücretini verdikten sonra eve uzaktan bir baktım. Öğrenciyken yine de iyi yerde kalıyormuş, bende öğrenciyim ve evim bile yok.
Apartmana girip yukarı çıktım. Beş numaraydı, kapıyı açtım, içeri girdim. Evin sık olmasa da hâlâ kullanıldığı çok belliydi. Aşırı bir tozu yoktu. 1+1 ufak bir evdi. Bir zamanlar kendime ait tam bu büyüklükte bir ev istiyordum, başımı dinlemek için kaçıp gidebileceğim bir ev. Tabii İzmir'den bu kadar uzakta olması işime gelmezdi, işime gelecek tek yanı Damla'yla aynı şehrin havasını soluyor olmamızdı. Damla demişken...
Telefonuma bakmayı unuttuğuma inanamıyordum! Neyse ki iki saat ulaşamayınca deliren biri değildi, endişelenme evremizi aşmıştık. Çantamı koltuğa fırlattım ve telefonumu çıkardım. Yine de nerede olduğumu sormuştu. Sana sadece birkaç kilometre uzaktayım, belki de daha az. Annemin beni yengemin açtığı yeni dükkâna gönderdiğini söyledim. Dükkân işi yalan değildi ama şu an orada olduğum yalandı sonuçta.
Annemin yaptığı gizemi anlamamıştı, anlayacaktı. Kendim de anlamadığımı söyledim, hazır konusunu açmışken onun nerede olduğunu sordum. Sahilde olduğunu ve birkaç saat daha orada olacağını söyledi. Sahilin güzel olup olmadığını sordum, "Senden güzel değil." dedi.
Yüzümde aptal bir gülümsemeyle çantamı açtım. Karşısına çıkıp çıkmayacağımdan emin değildim ama beni görürse en azından daha düzgün bir hâlde olmak isterdim. Tabii beni evlendirmeye gönderen annem çantama hoş şeyler koymuştu. Smokinim eksikti sadece. Olsun, onu da hallederdik.
Telefonumdan haritalara girdim, genelde sahil dediğinde Pendik sahilinden bahsederdi. Dayımın evine çok uzak değildi, keşke kızın komşusu falan olsaydık. Cüzdanımı alarak kapıyı kilitledim. Koca İstanbul beni görür de ben sevdiğime kavuşabilir miydim acaba?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Efsunlu Ümitler
General FictionBenim bütün ümidim, onun efsunlu kalbindedir. Ümitsizliğe kapıldığımız an kendi kalbimi koyacağım masanın ortasına. Ümidimi efsunuyla kaplayacak ve biz ona artık "Efsunlu Ümit" diyeceğiz.