dokuzuncu bölüm

350 42 50
                                    

BU BÖLÜME YORUMLARINIZI ÇOK MERAK EDİYORUM SÖFÖÖSFMSMNFMWMR

keyifli okumalad <3

**

Korkuyordum.

Günler önce bana yazan ve kendisinin katil olduğunu söyleyen her kimse, ondan korkuyordum.

Numarasını polislere vermiştim, zaten benimle irtibat halindeydiler abimin ölümünden sonra. Şimdi ise bana yazan kişi ilk şüpheli olmuştu. Mesajlar gözüküyordu ama numarası aratılınca hiç bir şey çıkmamıştı.

Ve bunu düşünmek beni daha çok korkutuyordu.

Annesi ve babasını öldürmüş, üstüne üstlük abisinin ölümüne sebep olmuş birisinin ise benimle konuşması tuhaftı.

Derslikten çıkmış kantine ilerlerken yanımda beliren çocuğa gözlerimi çevirdim. Geçen gün yanıma oturan çocuktu bu. Adımı soran ama adını söyleyemeden sınıfa hoca giren çocuk.

"Geçen tanışamadık," dedi bana, düz bakışlarımın hedefi olurken. "Neydi adın? Mısra, öyle değil mi?"

Göz devirdim. "Dünya."

"Ah pardon!" dedi elini başına götürerek. "Diğer kızla karıştırmış olmalıyım. Bende—"

"İlgilenmiyorum," dedim gözlerimi yüzüne çevirerek. Koyu gözlerinin içine odaklandığımda kendimi görüyordum. "Ve sende benimle ilgilenme."

Güldü alaylı bir şekilde. "Hep böyle sert misin?"

"En az senin kadar."

"Bahsettiğim şey yataktaydı."

"Geçen gün de aynı imayı yaptın," dedim sinirle. "Ne oluyor sana be? Biz tanışıyor muyuz sanki amına koyayım? Böyle rahat rahat tavırlar, sanki arkadaşmışız gibi! Kendine gel! Benimle böyle konuşamazsın, hiç bir kızla böyle konuşamazsın anladın mı beni?!"

Yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. "Çok iyi anladım. Adımı bilmek istemez misin?"

"Gereksiz." diye homurdandım. "Şu an benim yanımdaki yerin kadar."

"Hadi ama!" dedi ilerlemeye başladığım sırada. Daha sonra sesini duymadım.

Kantine gidip kendime bir tost aldım. Tam çıkacakken Irmağın sesini duydum. "Dünya! Buradayız!"

Kafamı ona çevirdiğimde bir masada 4 kişi oturuyor olduklarını gördüm. Yanlarına adımladım ve sandalyeyi çektim. "Selam."

"Selam!" dediler hep bir ağızdan. İrem gülümsedi bu sefer. "Nasılsın Dünya? Bayadır görüşememiştik. Okula da gelmiyorsun sanırım. Antrenör fazla sinirli."

"Evet," dedim dolan gözlerimi geri göndermeye çalışarak. "Bu aralar biraz fazla... Neyse işte. Meşguldüm diyelim. Antrenörler ben konuşurum olmazsa—"

"Oldu bile," dedi Hale. "Irmağı kaptan yaptı."

"Anlamadım?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Gelmediğin için başkan senin kaptanlığını Irmağa verdi."

"5'lik bile atamayan Irmağa mı?" diye sordum sinirle. "Nasıl yaptın? Karşılığında para falan mı verdin?"

"Düzgün konuş!" diye bağırdı Irmak bana. "Sen beni ne sanıyorsun lan?"

"Arkadaşım!" diye bağırdım aniden. "Seni arkadaşım sanıyordum! Üzüldüğüm, ağladığım zaman yanında olacağını düşündüğüm arkadaşım! Gelmediğim gün nedenini soran—"

"İlgi falan mı istiyorsun?" diye sordu Irmak benim aksine sakin bir sesle. "Ne bu tavır? İlgi açlığı mı oluştu sende?"

İrem, "Kızlar üzerine fazla gitmeyin—"

"Kes sesini." dedi Irmak. "Bu ikimizin arasında, karışma."

Cevap veremedim ben. Abimin varlığında verdiği ilgiye mi aç kalmıştım yoksa gerçekten?

"Ne o? Düşünüyor musun? Abine ne oldu? Ailen size yaptığı şiddetten sonra sana verdiği ilgi mi azaldı? Ondan mı bu tavrın?" Dudak büzdü. "Söyleyelim o zaman abine, sana daha fazla ilgi versin."

Bir adım geriye gittim, bir adım daha, ardından bir adım. Gözlerim sadece Irmağa odaklıyken söylediği cümlelerin ağırlığı altında ezilmiştim.

Ona kendimi yakın sanıp açılan dilimi sikeyim.

Dizlerim üstüne düştüm ve ağlamaya başladım.

Ellerimi yüzüme kapattım, çok sesli değildim ama bunu düşünemiyordum. O gerçek o sırada beynimde dört dönüyordu; abin yok, abin yok, abin yok...

O öldü. Abin artık yok.

"Söyleyelim o zaman abine, sana daha fazla ilgi versin."

Olsa da söylesen be Irmak, olsa da söylesen.

"Yok!" diye bağırdım aniden. Kafamı iki yana sallarken devam ediyordum konuşmaya. "Yok, o yok... Abim... Abiciğim, canım abim, biriciğim... Yoksun, artık yoksun. Neden yoksun? Neden gittin benden!"

Irmağın "N-ne?" diye kekelediğini duydum. "Asaf öldü mü?"

Kafamı iki yana salladım. "Öldü o. Öldü. Öldü, öldü, öldü... Abim yok... Benim hayattaki tek yaşama sebebim yok..."

"Na-nasıl öldü? Ne..." dedi Irmak. "Sen... Nasıl? Asaf öldü mü? Ama ben..."

"Sen onun neyiydin ki!" diye bağırdım ayağa aniden kalkarak. Biraz başım dönmüştü ama sonradan geçti. "Abimin neyiydin sen?! Bende olmayan şey abimde neredeydi de onu o kadar çok sevdin!"

Irmağın gözleri doldu. Elini ağzına götürdü ve kekeledi. "O-o ölemez. Yalan söylüyorsun Dünya. Na-nasıl ölür o? Ölmek... Ne..."

Burnumu çektim. "Yok, artık yok. Gitti o..."

Bir ses duydum ardından; tanıdıktı. O kadar tanıdıktı ki tekrardan ağlamaya başladım. "Dünya!"

Arkamı döndüm ardından; onu gördüm. Arkasında kantine inerken gördüğüm çocuk vardı ama onu es geçerek yanındaki, bana seslenen adama doğru koşmaya başladım. "Pala!"

Yanına vardığımda beklemeden kollarımı boynuna doladım. Öyle ki onunda elleri sıkıca belimi kavramıştı. "Ne oldu sana? İyi misin?"

Kafamı iki yana salladım. "Değilim. Gidelim mi?"

Kafasını salladı ardından yanındaki çocuğa döndü. "Sen derse girip not alırsın Pars. Ben Dünya'yı sakinleştireyim biraz."

Çocuğun adı Pars'mış. O kadar söylemişti ki daha ilginç bir şey beklemiştim.

Pars kafasıyla bizi onaylamış ve gözlerini bana çevirmişti. Güldü ve omuz silkti. "Benden duymanı isterdim ama, eh. Nasip değilmiş."

Ona cevap vermedim, o da cevap beklemiyor olmalı ki arkasını dönüp gitmişti. Pala beni dürttü. "Hadi gel, dışarı çıkalım."

Onu onayladım. Temiz havaya ihtiyacım vardı.

—————————

:) hehehhee :))))));;;;;))

sşcmsömdmdkelekföenemfldk

tepkilerinizi aşırı merak ediyorum sşğwödğwçwqğfömdöw

YABANCI BİR KATİL | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin