-6-

574 33 36
                                    

Multimedia: Serdem, Damla'nın kıyafeti, Evran ve kusursuzluğu (:

-Evran Anlatımı-

“Nerede bu kız, yine geç kaldı küçük şeytan,” diye söylenirken bir yandan da saatime bakıyordum. Yirmi beş dakika önce burada olması gerekiyordu. Bu kadar becerikli olmasa, sırf bu geç kalma olayı yüzünden onunla çalışmayı bırakabilirdim.

Yaklaşık bir beş dakika daha bekledikten sonra, teşrif edebilmişti. Kısa boylu, cılız bir kızdı. “Bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var” deyiminin hayat bulmuş haliydi.

“Getirdin mi?” dediğimde başıyla onaylayıp elini çantasının içine attı. Çıkardığı sanat eserlerini ters bir şekilde masanın üzerine koydu. Almak için elimi uzattığımda, sahte bir öksürük sesi çıkardı.

“Ödeme,” dedi net bir şekilde. Sert bakışlarımı üzerine diktim.

“Yarısını alacaksın, diğerini bulamadın”

“Ben mi bulamadım? Kusura bakma ama diğeri için beni suçlayamazsın, beceriksiz olan sensin” dediğinde dişlerimi sıkıp ona yaklaştım.

“Senden sadece üç kağıt parçası istedim, diğeri ben olmak zorunda değildim” dedim tıslarcasına. Yutkunarak sandalyesini geriye doğru çekti. İnsanların benden korkmasını sevmesem de, bazen işe yarayabiliyordu.

“Pekala, yarısı” dediğinde cüzdanımdan çıkardığım bin iki yüz lirayı ona doğru uzattım. Parayı sayıp çantasına koyduktan sonra hızla toparlandı.

“Seninle çalışmak güzeldi Evran, lütfen beni bir daha arama” dedi tıpkı geçen seferki gibi. Benden birkaç adım uzaklaşıp, pastanenin kapısına vardığında, adını seslendim.

“Melike!” arkasını dönüp bana baktığında, her zamanki alay içeren sırıtışımla konuştum.

“Bir daha gizli fotoğraflar çekerken, flaşı kapatmayı unutma”

#####################

Elimdeki boş çay bardağıyla uğraşırken düşünüyordum. Benim yaşadığım, hissettiğim onca şeyi onlar da hissetsin istiyordum. Yalnızlık, aldatılmışlık, aşağılanma...

Bana yaptıklarını adil bir şekilde ödetmek istiyordum onlara. Ne daha az, ne daha çok. Çünkü benimki yeterice fazlaydı.

Ne zamandır avucumda sıktığımı bilmediğim bardak kırıldığında, elimde kalan ince camlara kısa bir bakış attım, ardından tüm gücümle tekrardan sıktım.

Elimin içindeki karıncalanma hissi, kapalı parmaklarımın arasınan süzülüp yere damlayan kan ve tenime batan cam parçaları beni kendime getiriyordu.

İnsanlar, bir çay bardağının bıraktığı etkiyi bile bırakamıyordu üzerimde.

Yerimden kalkıp elimi suya tuttum ve ceketimi alıp dışarı çıktım. Şehrin benim oturduğum kısmı genelde sessiz oluyordu. Etrafta da birkaç araba, acele etmeden yürüyen insanlar ve haftada bir kez, belediye çalışmalarını kapattıkça yenisini yapmaya gelen profesyonel graffiticilerden başka kimse yoktu.

Sürekli yaptığım gibi boyadıkları duvarın önüne geçip elimi kotumun cebine soktum ve incelemeye başladım. Bazen yazı yazıyorlar, bazen Tumblr fotoğraflarından birkaçını çiziyorlardı.

Benim karşısında durduğum duvarda ise kaldırımda, bir kızı çuval taşır gibi omuzuna almış bir adam resminin, A4 kağıdına basılmış çıktısı ve neredeyse bitmiş sprey boya hali vardı. O an, elim cebimdeki fotoğraflara gitti. Ne olabilirdi ki? En fazla üç gün kalırdı sonuçta duvarda.

Akşam LisesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin