Çakıllı ağaçlık alanda, sessizce yürüyorduk. Daha önce getirildiğimiz yerin adresini, bir çanta parayı alıp çıktıktan sonra, kısa bir telefon konuşmasıyla almıştık.
Açıklığa vardığımızda, esen rüzgarın açıkta olan bacaklarıma vurmasıyla bir an titredim. Rüzgara zıt olarak parıldayan güneşe yüzümü çevirip ona sığındım. Biraz daha yürüdükten sonra eski fabrikanın köşesini dönüp tanıdık arabaların durduğu tanıdık ön kapıya varmıştık.
Geldiğimizi gördüklerinden olsa gerek, arabaların kapıları teker teker açıldı ve sadece bir ya da ikisini hatırladığım dokuz kişi aşağı indi. Kır saçlı, uzun boylu, ellili yaşlarında bir adam, diğerlerinden önde yürüyerek bize doğru gelmeye başladı. Hayal meyal hatırlıyordum yüzünü fakat bahsettikleri Savaş Seçkin bu olmalıydı. Herkes yerinde durduğunda birkaç adım giderek elimde, içinde dünyaların yükü varmış gibi taşıdığım çantayla Savaş Bey'in karşısına dikildim.
İçimdeki binbir türlü duygunun yarattığı fırtınaya zıt olarak, özgüven dolu bir duruşla beraber, çantayı ona uzattım.
Çantayı teslim almak üzere uzattığı sol kolunu gördüğümde, çantayla beraber bir adım geri çekilip, beni bile şaşırtacak derecede sert çıkan sesimle, "Şartlarım var," dedim. Bu onu biraz öfkelendirmiş, biraz da şaşırtmıştı.
"Şart koyacak durumda mısın?" diye sorduğunda, ruhsuz bir gülümseme geçti dudaklarımdan. Söylediğini umursamadan devam ettim.
"Anlatacaksın. Onlarla ne şeklide tanıştın? Neden borç aldılar? Bilmek istiyorum."
Derin bir nefesi içine çekip geri bıraktı. Bir süre cevap vermesini sabırla bekledim.
"Annen ve ablan bana geldiklerinde, bayağı çaresiz gözüküyorlardı. Beni nereden bulduklarını bilmiyorum ama bana kadar düştüklerine göre, başlarında benden daha büyük bir bela olsa gerek. Merak ettim elbette ne olduğunu fakat sorduğumda söyleyemeyeceklerini, eğer herhangi birine bahsederlerse dördünüzün de ölebileceğini söylediler. Üstelemedim. Ben ödememi aldığım sürece onların ne ile uğraştığı beni ilgilendirmezdi."
Onları böyle bir duruma sokabilecek şeyin ne olduğu sorusu beynimi kemirirken, bunu düşünmek için daha müsait bir ortam gerektiğini düşünerek, diğer bir soruyu yönelttim.
"Çocuğunuz ya da çocuklarınız var mı Savaş Bey?"
Sorum ona mantıksız gelmiş olsa gerek, bir an bocaladığını gördüm. Gözleri elimde sıkı sıkı tuttuğum çantaya kaydığında, "Evet, iki çocuğum var," diye cevapladı beni.
"Eğer bunu yapmaya yüreğiniz varsa, eve gittiğinizde onlara benden bahsetmenizi istiyorum. Ailesinin yaptığı bir hata yüzünden, bir başka çocuğu nasıl tehdit ettiğinizi, ne çok fiziksel ve ruhsal yaralar açtığınızı, nasıl dönüşü olmayan, zorlu yollara soktuğunuzu anlatmanızı istiyorum. Anlatın ki, onlar ailesinin yaptığı hatalardan kendilerini sorumlu hissetmesinler."
Elimdeki çantayı bir-iki adım ileriye, yere attım. Düşünceli bakışları yüzümden, yerdeki çantaya kaydı. Bir el işaretinden sonra arkasında duran adamlardan biri eğildi ve çantayı yerden aldı. Kilitleri açıp içini kontrol ettikten sonra bir onay verdiklerinde, çantayı kapatıp arkasını döndü. Diğerleri de onlarla beraber dönüp arabalarına bindiklerinde, yanımızdan hızla geçip gitmelerini bekledim. Çıkan rüzgarla savrulan sarı saçlarım yüzüme vurduğunda, gözlerimi kapattım. Bu olayın kapanmış olmasına sevinemiyordum bile. Çünkü biliyordum ki, önümüzdeki zamanda yaşayacaklarımın yanında bu, devede kulak kalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşam Lisesi
ChickLitOkuldan atılan birkaç zibidinin, serserinin gittiği bir yer sanırdı akşam liselerini, soluksuz bir hayatın onu beklediğinden habersiz..