Baş ağrılarım, beynimi durma derecesine getirmişti. Parmak uçlarımı alnımın iki yanına yerleştirip, düşünmemi kolaylaştıracağını umarak masaj yapmaya başladım. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık durumunda, iki seçeneği ve sonuçlarını değerlendiriyordum. Betül'ün önerisi dışında bir yol bulamazsak, ölürdük. Betül'ün önerisinin sonunda da hapis ya da mezar olasıydı. Yardımı dokunacak bir öneriydi, elimizdeki tek yoldu fakat bu riski almaya değer miydi?
Derince bir nefesi ciğerlerime çekip sesli bir şekilde geri bıraktım ve onlara baktım. Dalgınlardı. "On üç gün" dedim içimden. "Sadece on üç günümüz var, boşa harcayacak zaman yok. Karar vermeliyim."
Son bir kez kafamda kurduğum sonları gözden geçirdim ve pişman olmamayı umarak konuşmaya başladım.
"Keşke elimizde daha iyi bir yol olsaydı," dediğimde bakışlarını bana çevirdiler. "Fakat yok. Bu yüzden Betül'ün eski nişanlısıyla tanışmamız gerekecek."
İtiraz etmediler, hiçbir şey söylemediler. Bana verilen tek cevap Betül'ün başıyla beni onaylamasıydı. Sessizlik bür süre devam etti. Canım çok yanıyordu onlar bu haldeyken.
"Biraz uyuyun isterseniz, sabah olmak üzere. Yarın öğleden önce gideriz. Sende arayıp haber ver Semih'e Betül," diyen Evran herkesin hareketlenmelerine sebep oldu. Ben ise parmağımı bile oynatamayacak durumdaydım. Evran'ın yön göstermesiyle oda boşalınca başımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım. Sekiz insanın hayatının yükü karşısında direnemeyen omuzlarım çökmüştü. Beynimin attığı çığlıkları susturmam gerekiyordu.
Oturduğum yerden destek alarak ayağa kalktım ve adımlarımı önce uyandığım odaya, sonra mutfağa yönlendirdim. Avucumda duran iki küçük ilaca baktım bir süre. Loş ışıkta kahverengi ve sarı renkleri parlıyordu. Su doldurdum. Dilimin altına yerleştirdiğim ilaçları bir-iki saniye tuttum. Aklıma okuduğum bir yazı gelmişti; dil altındaki ilaçlar direk beyine gidiyormuş. Şiddetli baş ağrılarında ağrı kesiciler dil altında bekletilebiliyormuş fakat fazlası beyin kanaması geçirmene sebep oluyormuş. Üç saniye daha bekledim, kahve renkteki ağrı kesicinin tatlı jelatini, yerini acı ilaca bıraktığında ve sarı antidepresan ağzımda kusma isteği yarattığında suyumdan büyük bir yudum alarak yuttum.
Salona geri dönmek için kapıya yöneldiğimde, mutfak masasının üzerindeki kırmızı paketli kutu dikkatimi çekti. Evran'ın doğum günü hediyesi. Sessiz olmaya çabalayarak bir sandalye çektim ve kutuyu elime aldım. Kırmızı yaldızlı hediye paketinin bantlarını açtım düzgünce. Karşıma çıkan beyaz dikdörtgen kutunun üzerinde herhangi bir yazı yada şekil yoktu. Kapağını açtım ve içindeki şişeyi çıkardım. Bir tür deodorant ya da sinek ilacı şişesine benziyordu. Rengi koyu yeşil, kapağı siyahtı. Bilmediğim bir dilde yazılar yazıyordu.
Sakince sandalyeden kalkıp elimdeki şişeyle salona girdim. Evran tekli koltuklardan birinde oturmuş, elindeki telefona dikkatli bir şekilde bakıyordu. Yanında duran koltuğun başlığına oturup beni fark etmesini bekledim. Kafasını kaldırıp bana baktıktan sonra telefonunu kilitleyip sehpanın üzerine bıraktı.
"Bu tam olarak nedir?" diye sordum elimdeki şişeyi yüzüne karşı sallayarak. Anlık bir refleksle bileğimi yakalayıp hareketimi engelledi.
"Onu bana doğru sallamamanı tavsiye ederim. Elinde tuttuğun şey biber gazı. Verdiği acı, batma hissi güzel de, sonradan insanın gözü çok yaşarıyor."
Kaşlarımı kaldırıp bir şişeye bir Evran'a bakıyordum. Daha mantıklı bir hediye almak zor olmamalıydı.
"On sekiz yıldır ilk kez doğum günü hediyesi olarak biber gazı alıyorum. Teşekkürler," dedim. Sıkı parmakları hala sağ elimin bileğini tutarken, bileğimi sağa sola hareket ettirmeye çalışıp, "Bileğim," diye inledim. Yeni farkına varmış gibi elini hızla çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşam Lisesi
ChickLitOkuldan atılan birkaç zibidinin, serserinin gittiği bir yer sanırdı akşam liselerini, soluksuz bir hayatın onu beklediğinden habersiz..