23.Bölüm (Geçmiş)

1.1K 118 29
                                    


Ben geldim... İyi okumalar

Demir'den

Elimde bir buket çiçek, üzerimde yırtıp atmak isteyecek kadar nefretle giydiğim takım mahallede yürüyordum. Kafamı kaldırıp İlker'in evinin olduğu tarafa bile bakamıyordum. Şu an biri beni çekip vursa yemin ediyorum tek damla kanım akmazdı, öylesine çekilmişti damarlarımdan hayat enerjim. Deli gibi sevdiğim adamı geride bırakıp ölüme gider gibi celladıma adımlıyordum. Kimse de durup bu halimin ölüden farksız olduğunu sorgulamıyordu. En acısı da ,aile dediğim insanların umrunda olmamaktı.

Abim yanıma gelip elini omuzuma attığında daldığım düşüncelerden irkilerek çıktım. "Demir yapma böyle! " Delirmek üzere olan bana mı diyordu bunu? Benimle dalga geçiyor olmalıydı.

"Abi elini çek omuzumdan! İşin buraya kadar ilerlemesinin sebebi senken bir de bana iyi abi, kardeşini düşünen abi ayağı çekme! "Bakışlarım sokak lambalarının ışığı altında abimi bulduğunda bana üzgün bir ifadeyle baktığını gördüm. Onun bu hali bende tek bir merhamet duygusu bile uyandırmıyordu. Nefret ediyordum tüm aile fertlerimden.

Babam İlker'i öğrendiğinden beri baskıyı on katına çıkarmıştı. Neredeyse nefes alsam suç olmuştu evde. Hayatımda ilk defa ölmenin güzel bir şey olduğunu düşünmeye başladığım son iki günde mental sağlığımı kaybettiğimi fark ediyordum. İlker benimle zorunlu olmadıkça görüşmüyor, iletişim kurmuyordu. Ona kızacak, hesap soracak yüzüm de yoktu. Haklı olan isyanını içim giderek izliyordum.

Yapayalnız kalmış, kendimi akıntıya sürüklenmiş bir dal parçası gibi hissediyordum. Kimsenin önceliği olmayan, umursanmayan biriydim. Herkes kendi önceliklerini düşünüyor, sıra bana asla gelmiyordu.

"Ben seni düşünüyorum, ailemizi düşünüyorum kardeşim. Bir gün sen de anlayacaksın. Bana teşekkür edeceksin emin ol! " Daha fazla bu lafları dinleyecek değildim. Gözlerinin içine nefretle baktım. Hayatımı yakıp yıkarken bir de kutsal bir şey yapıyor gibi övünüyordu. Teşekkür edeceğimi düşünecek kadar da benden ve hislerimden uzaktı. İlker'in benim için ne demek olduğunu bilemeyecek kadar kopuktu benden ve hayatımdan.

Ölüm fermanımın imzalanacağı binanın önüne geldiğimizde ayaklarımı sürüye sürüye girdim içeri. Annemin kırık bakışları sürekli bendeydi. Elinden gelen çok şey vardı ama öylece durup ölümümü izlemeyi seçiyordu.

Yaklaşık bir saat sonra tüm kendimce direnişlerime rağmen, parmağımda kırmızı kurdelayla bağlı yüzük takıyor buldum kendimi. Bakışlarımın nefretle gezindiği yüzük, parmağıma değil de boğazıma geçirilmiş bir idam halatıydı sanki. Baktıkça boğuluyordum, baktıkça İlker'le olan gelecek hayallerimi ateşe verdiğim geliyordu aklıma.

Daha fazla bu evde bu insanlarla kalamayacağımı anlayıp arkamdan seslenen babama aldırmadan kendimi sahile attım. İstediklerini yapmış, yanlış yolda olan oğullarının izzetini kurtarmıştım. Bundan daha fazlasını yapacak gücüm yoktu.

Sabaha kadar sahilde oturdum. Güneş doğmuş, yaz sıcağı yüzüme vururken ben bir saniye olsun gözümü kırpmamıştım. Bir zaman sonra yanıma gelip oturan İlhan'a kaydı bakışlarım. Kim bilir kaç dakikadır yanımda oturuyordu ,fark edemeyecek kadar zihnim doluydu.

"Demir, annen çok kötüydü. " Ben daha kötüydüm. Biri de benim nasıl olduğumu merak edebilir miydi? "Umrumda değil!" dedim çatallaşmış sesimle. "Umrumda olan tek kişi İlker. Yanına gitmek istiyorum ama yüzüm yok. Nişanı atacağım dersem bana güler değil mi? "

Sessizlik etrafımızı sararken,İlhan'ın yutkunuşunu hissettim. Bir şey söylemek istiyor ama yutuyor gibiydi. "Ne oldu söyle İlhan? Dün geceden sonra en kötüsü ne olabilir? " Yanılıyordum. Hep daha kötüsü olurdu. Hayat hep en kötüleri sona saklardı.

"İlker'i sabah yolcu ettik Demir. İstanbul'a gitti. Oradan da yurtdışına gidecekmiş."

En kötü neydi? Ya da en dip? Gitti sözcüğünden sonrası yoktu bende! Tüm uykusuzluğuma ve tüm halsizliğime rağmen hızla ayağa kalktım. İlhan'ın asık ve üzgün yüzünü izledim bir kaç dakika. Kelimeler bir türlü ağzımdan yol bulup çıkamıyordu. Yok hayır İlhan yalan söylüyordu. Kesin abim onu da ikna etmiş, beni eve getirmek için oyun yapıyorlardı.

"Saçmalama oğlum ne gitmesi? İlker gidemez ulan! Niye yalan söylüyorsun oğlum bana. Hiç mi acımıyorsun? " Ellerim yakasını bulurken tüm gücümle karşımda kıpırdamadan duran çocuğu sarsıyordum. Aslında sarstığım daha çok kendi benliğimdi.

"Sakin ol! Otur yerine anlatacağım. "

"Neyi anlatacaksın lan! Hangi yalanlara inandıracaksın beni? " Her şeyin suçlusu İlhan'mış gibi ondan çıkarmak istiyordum acımı. İlker gitti diyen ağzına sert bir yumruk atmak istiyordum.

Ama bunların hiçbirini yapmadım, yapamadım. Sahilde bir bankta, denize bakarak İlhan'ın anlattıklarını kanım çekile çekile dinledim. İlker'e veda bile edemeden, son kez öpemeden, kokusunu solumadan ellerimden kayıp gidişine saatlerce ağladım. Bunca yılın, anıların hatırına bir kelimeyle dahi olsun vedalaşma hakkını bile vermemişti bana.

"Peşinden gideceğim, İstanbul'da yakalarım onu ben! " Gözümden akan yaşları elimin tersiyle silip banktan bir hışımla kalktım. İlhan arkamdan bağırsa da duymadım. Cinnet hali miydi bu yoksa delilik miydi emin değildim ama İlker'in gidişi bende ki tüm sinir iplerini koparmıştı. Parmağımdaki yüzüğü çıkarıp denize salladım. Ben zaten bu sabah itibariyle ölmüştüm. Ölen birini yeniden öldürmek mümkün olabilir miydi?

Adımlarım evin yolunu kendiliğinden bulurken, dört yıl bu halde yaşayacağımı nereden bilebilirdim!


Bundan sonra hikâye günümüzle devam edecek. Gerektiğinde arada yine geçmişe döneriz canım okurlar. Demir'in dört yılını, nişan atışını da İlker'le yazışmalarından öğreneceğiz.

Gemileri Yaktım(BxB) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin