2. BÖLÜM: HİSLER

49 17 41
                                    

"Dokunma bana!" Bağırmaya çalışıyordum. Niye neden bana dokunduğunu bilmiyordum ama içimden bir his bunun yanlış olduğunu, bana dokunmaması gerektiğini söylüyordu.

Yüzüme attığı tokatla suratım yana düştü. Canım acırken göz yaşlarım gözlerimden düşmeye başladı. Elini ağzıma koydu ve bastırdı. Çığlık atamıyordum. Canım çok yanıyordu ama çığlık atamıyordum. Kimse beni duymuyordu kimse beni görmüyordu. Annem yoktu. Annem yoktu. En acısıysa buydu. Ben burada ağlarken annem yanımda değildi. Annem biliyor muydu ki kızının bu kadar canının yandığını? Annem hissediyor muydu? Eğer Allah'a dua edersem beni affeder miydi? Ben yanlış bir şey mi yapmıştım ki bana tokat atmıştı? Ama o benim canımı yakıyordu? Yoksa bağırmamam mı gerekiyordu? Allah'ım yanlış mı yapmıştım? Affet beni Allah'ım...

Ama annem sen istemediğin sürece kimse sana dokunamaz diyordu.

Peki annem neredeydi?

*

Gözümün üstünde, kaşım da hissettiğim acıyla yüzümü buruşturup acı bir "ah" sesi döküldü dudaklarımdan. Gözlerimi yavaşça aralamaya çalıştım. Göz kapaklarım bile ağrıyordu.

Kirpikleri aralamamla gördüğüm yüz karşısında dondum kaldım. Nefes alamıyordum. Beni o mu kurtarmıştı? Hızla beni yatırdığı kanepeden doğrulmaya çalıştım ama karnımda hissettiğim muazzam acıyla doğrulamadan geri yattım.

"Yat." Dedi sadece. Daha sonra şişeden pamuğa ilaç dökmeye devam etti. Onu şaşkınlıkla izliyordum. Pamuğa ilaci dökerken bile dikkatini oraya vermiş görünüyordu. Bana geri döndü ve biraz eğilerek yinede elini bana sürmemeye dikkat ederek kaşıma pansuman yapmaya devam etti.

Etrafı incelemeye başladım. Burası onun çalıştığı yerdi. Bir kaç araba vardı ve tamir eşyaları üstünde yağ lekeleriyle duruyordu. Oldukça dağınıktı. Ve loş bir ışığı vardı. Ona geri döndüm. Bu sefer dudağım için ayrı bir pamuk çıkarmıştı.

"Gerek yok." Dedim. Kafasını bana çevirdi. Kapkara kahverengi gözlerine baktım. İfadesiz bakıyordu ama gözlerinin içinden bir şeyler geçtiğine o kadar emindim ki... Ancak okuyamıyordum.

"Hayır var." Dedi ve kaldırdığım başımı geri yatırdı. Dudağıma da aynı özenle pasuman yaparken bir kez bile gözlerime bakmamıştı. Bense doğrudan gözlerine bakıyordum. Bir anda dudağımda hissettiğim yanma acısıyla yüzümü buruşturdum aynı anda o da yüzünü buruşturup hızla geri çekildi. Kirlenen pamukları bir poşede tıkarken son yaşananlar aklıma gelmesiyle doğrulmaya çalıştım. Karnıma sanki otuz tane bıçak aynı anda sokulmuş gibi hissetsem de biraz doğrulmayı becerebilmiştim.

"Neden doğruldun?" Diye bana dönmesiyle ilk defa göz göze geldik. Siyah biçimli kaşları hafifçe çatılmıştı. O an fark ettim ki önünde dağılmış siyah saçlarının altında saklanmış olan bir yara vardı ve kanamıştı. Beni kurtarırken mi olmuştu?

"Neredeyim ben? Ne oldu bana?" Dedim şokla. Evet en son dayak yiyordum ama o mu beni kurtarmıştı? Bu büyük bir kabus olmalıydı. Bir tarafı kanamış olan solgun dudaklarını birbirine bastırdı. Daha sonra konuşmaya başladı. "Sanayidesin. Biraz kendinden geçmişsin ama bir şeyin yok merak etme." Öyle diyordu ama gözleri tam aksini iddia edercesine hüzünle bakıyordu. En son dayak yiyordum ama ondan sonra ne oldu nasıl buraya gelmiştim bilmiyordum. Ayrıca o pislik çeteye ne olmuştu? Beni nasıl bulmuştu?

"Nasıl buldun beni?" Sesim fazla çatallı ve kısık çıkmıştı. Yutkunmaya çalıştım ama boğazım kupkuruydu ve yanıyordu. Çenesi kasıldı ve çene kası kendini o an bile belli ediyordu. Sanki söylemek ile söylememek arasında kalmış gibiydi ama ben meraklı gözlerimle ona bakmaya devam ettim. En sonunda bir nefes alıp cümleye başladı. "Bugün işlerim biraz geç bitti. Dükkanı tam kapatacakken seni gördüm. Daha sonra seni alıp buraya getirdim." Olayı üzülmeyeyim diye mi bu kadar üstü kapalı anlatmıştı yoksa daha başka bir şeyler daha mı yaşanmıştı da bu kadar üstü kapalı anlatmıştı anlayamamıştım.

VURGUN Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin