Hava kararmaya başlamıştı. Birkaç saattir burada, bu adamın evindeydim. Annem eminim beni çok merak ediyordur. Çok endişelenmiştir benim için.
Kafam önüme düşmüştü. Gözlerimin etrafındaki morluklar yüzünden onları neredeyse açamayacak haldeydim. Hareket edemiyordum. Çok üşüyordum.
Yaşlı adamın bacağıma ve karnıma kırbaçla vurduğu yerler morarmaya başlamıştı. Kolumda çivili sopanın etkisiyle kanlı yaralar oluşmuştu. Ağzımın iç kısmından ve dudağımın kenarından kanlar akıyordu. Sağ elimin işaret ve yüzük parmağı kırılmıştı ve sızlıyordu. O herifin ayağıma döktüğü kaynar su yüzünden ayağımın derisi soyulmaya başlamıştı bile. Kaşım patlamıştı ve burnumla birlikte kanıyordu.
Adam karşıma geçerek kahkaha attı. "Ne o? Demek ki sadece bilek gücü yetmiyormuş." Bir iğrenç kahkaha daha attığında çürüyen dişleri ortaya çıktı. "Bir de Karanol sevdiği kadın için ne işkenceler çekti deniyordu. Demek ki senin de işkence çekmen gerekiyormuş. Ya da sen o kız değilsin. O kız olsaydın şuan bunları çekmene izin vermezdi. Eminim sadece gönlünü eğlendirdiği kızlardan birisindir."
Kafamı olumsuz anlamda salladım ve zar zor konuştum. "Bana bunları yaptığını öğrendiği an senin derini yüzecek ihtiyar."
Adam kahkaha atarak ucu ısıtılmış bir demir ile karnıma vurdu.
Ağlamadım, bağırmadım, yardım çığlıkları atmadım. Fakat artık gücüm kalmamıştı. Gerçekten iyi değildim.
Artık ayık durmakta bile zorlanıyordum. Gözlerim yavaş yavaş kapanacakken duyduğum kırılma sesiyle irkildim. Ağacın kovuğu sert bir hamleyle kırılmıştı. Etraf toz dumana karışırken kapının onünde iri bir beden gözüktü.
Aleksandr'ın bedeni...
Adam korkuyla kapıya bakıyordu, Aleksandr ise tam tersi, öfkeyle.
Damarlı kolunu havaya kaldırıp parmaklarının arasından parlak bir ışık geçirdi. Bu ışık adama doğru yöneldi ve tek bir hamleyle adamın derisi yüzüldü.
Adam acıyla bağırırken yaşıyor olmasına şaşırmıştım. Aleksandr'ın parmaklarının arasından bir ışık daha çıktı. Bu ışıkla birlikte yüzlerce iğne adamı duvarlaradan birine sabitledi.
Adam acıyla bağırırken gözleri duvarda asılı duran bedenime döndü. O an gözlerindeki bütün sinir merhamete dönüştü.
Koşarak kapının önünden ayrılıp içeri girdi. Kapıda birkaç kişi daha vardı. Aralarından tanıdığım tek kişi Anastasia'ydı. Ağlamaya başlamıştı yaralı bedenimi görünce. "Hepsi benim suçum, benim suçum." Diye sayıklıyordu.
Aleksandr hızla yanıma gelip belimi tuttu ve pençelerini çıkartarak zincirleri çözmeye başladı. Asılı kalan kollarımdan bir tanesini çözdüğünde kolum ve başım omzuna düşmüştü bile. Kolum onun omuzlarına düşünce soğuktan titreyen bedenimin titreme hızı azaldı.
Diğer kolumu da çözdükten sonra tamamen onun kollarına yuvarlanmıştım. Belimde olan elini biraz daha yukarı kaldırdı. Bir diğer elini de dizlerimin altından atıp beni kucağına aldı.
Endişeyle suratıma bakarken gözlerim dolmuştu. Neden mi gözlerim dolmuştu?
Çünkü ben bir canavarın merhametinde boğuluyordum.
Ben çocukluğumun korkunç kahramanının merhameti çevresindeydim, ben bu kadar merhametli bir yaratığı öldüremezdim.
Ağlıyordum çünkü böylesine merhametli birini, belki de benim için geçmişinde işkenceler çekmiş birini öldürmeye çalışmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Canavarın Gözlerinde
Fantasy"Canavarların gözlerinde şefkat olmazdı, fakat bu canavarın bana bakarkenki gözleri şefkat dolu iki yürekle kaplıydı."