Günler geçmişti ve dağ evine vardığımızın ikinci gününde etrafa hâlâ alışabilmiş değildim. Mark abim sanki hep buralıymış gibi oradan oraya gidiyor, hiçbir zorluk yaşamıyordu.
"Jimin şu köşedeki küreği bana ver!" Bakışlarımı duvarın köşesinde duran oldukça eski ve topraklı küreğe çevirdim.
"Ne yapacaksın bunun ile mark?" Sessizlik. Omuzunun üzerinden bana öyle bir şekilde baktı ki yutkundum.
"Bir dâha bana Mark dersen Jimin o kürek ile seni... Neyse!" Gülümseyerek küreği abimin eline verdim.
"Tamam Mark. Ben eve gidiyorum sana su getireceğim baksana her yerinden su damlıyor."
"JİMİN!"
Koşarak eve doğru ilerlediğimde, bakışlarım evin az ilerisindeki ağaca takıldı. Evet, oldukça büyük ve iriydi. Çok eski bir ağaca benziyordu. Bir rüzgar esti ve yerdeki topraklardan birisi gözüme girince, elimi yumruk yaparak dolan ve acıyan gözüme götürdüm.
"Jimin, iyi misin?" Abim omuzumda tutup beni evin önündeki küçük tahtaya doğru çekerek elimi gözümden ayırdı.
"Abi ben ağaca bakarken toprak gözüme-"
"Farkındayım Jimin."
Abim acıyan gözüme üflerken, bakışlarım nedensizce o ağaca takılı kaldı.
"Jimin sen o ağaçtan düşmüştün." Önce anlayamadım. Abim çenemi tutup yüzümü yüzüne çevirince şaşkındım.
"Ben ağaçtan hiç düşmedim ki ama." Gülümsedi. Vücuduma sıkıca sarılarak çenesini başımın üstüne yaslası.
"Jimin'im, canım kardeşim..."
"Abi ne demeye çalışıyorsun sen?" Sessizlik rahatsız etmeye başlamıştı beni. Abim kendisini benden uzaklaştırarak, gözlerime baktı.
"Küçüktün, çok küçüktün dâha. Arkadaşın vardı senin Jimin yüzünü hatırlamıyorum ama bak şu evde yaşıyorlardı."
Abimin işaret ettiği eve baktığımda bizim ev ile aynı olan eve çevirdim bakışlarımı. Abim gülümseyerek tekrardan bakışlarını bana çevirdi.
"O gün, o ağaçtan düştün sen. Henüz beş yaşındaydın ve apar topar hastaneye götürmüştük seni."
Sarı saçlarımda dolanan eller ile gözlerim doldu. Abim saçlarımı öperek konuşmalarına devam etti.
"Jimin bende küçüktüm henüz yedi yaşındaydım ama bildiğim tek şey senin kalıcı olarak hafıza kaybın vardı."
"Neden sakladınız bunu benden!" Sesim sinirli çıkmıştı ve kendimi geri çekerek abime bakıyordum.
"Bilemiyorum. Ailem bunu yasakladı. Benim kararım değildi."
"Abi kaç yaşıma kadar geldim neden bunu benden sakladınız öyleyse?"
"Jimin şimdiye kadar sormadın, unutuldu diye bizde sana söylemedik."
Jimin bakışlarını ağaça çevirerek derin bir nefes aldı. Kalıcı olarak hafıza kaybı vardı ve bunu şimdiye kadar nasıl fark etmemişti? Hatırlamaya çalışıyordu geçmişini... Hayır, hayır!
"Eve geçip uyumak istiyorum." Mark başını sallayıp işine geri dönmek üzere ayağa kalkarken, Jimin arkasındaki ahşap eve doğru ilerledi.
...
"Demek öyle Jin." Jin, başını sallayıp telefonu ile ilgilenmeye devam ederken, Jungkook, gülümseyerek elini cebine koydu.
"Dostum aklından ne geçiyor?" Jungkook omuz silkerek sırtını duvara yasladı.
"Hey Jungkook! Yoksa o dağ evini aynı şehir gibi yok mu edeceksin?"
"Saçmalama Jin. O ev bana lazım olacak." Jin anlamasada başını sallayarak işi ile ilgilenmeye başladı. Kendi işini kurmak istiyordu ve bunu Jungkook'dan habersiz yapıyordu.
Jungkook aracına binerek dağ evine doğru yol aldı. Henüz aklını kurcalayan bir şey yoktu ama oralarda ne yaptığını, o ağacı ve bazı şeyleri abisinin anlatıp anlatmadığını merak ediyordu.
Yol uzun olacaktı.
...
Bölüm sonu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHİR EŞKİYASI / JİKOOK
Azione(TAMAMLANDI) 'Bir simgedir Siyah Ejder.' Karanlık çöktüğünde gün başlayacak... --- /Kurgu bana aittir. /Benden habersiz kopyalanmasına karşıyım.