''Sevdiğim, kemençede titretiyorken yayı,
Bülbül sustu, unuttu o eski ağlamayı.
Öyle sandım ki gökte kızıllık sardı ayı,
Sevdiğim, kemençede inletiyorken yayı...''Hüseyin Nihal Atsız
''Kurt, dumanlı havayı sever.''
-Fransız özdeyişi-
Bu vatanın uğruna can vermekse kaderim, yoluna ölürüm ben bu kaderin.
***
''Alparslan?'' dedim şaşkınca. Zira karşımda kamuflajlar içinde, çocukluk arkadaşım duruyordu. Ailelerimiz çok yakındı, bundan kaynaklı biz de çok yakındık. İkimizin de babası özel kuvvetlerdeydi. Şimdi bizim olduğumuz gibi. Sonra onun babası Savaş amcanın tayini çıkmıştı ve gitmişlerdi. Bizde öyle ayrılmıştık işte. Gittikleri zaman çok üzülmüştüm. Annem ve babam arada görüşürdü telefondan, o zaman bizde konuşurduk. Sonra ben liseye gittim, farklı bir kafaya girdim. Geçmişi sildim, ya da öyle sandım.
Çok yakındık, biz Alparslan ile çok yakındık.
Şimdi ise karşımda, en son gördüğümden çok farklı bir Alparslan vardı. Ne o çocuk neşeli, zayıf, kara kuru, kısa, benim arkadaşım olan Alparslan vardı benim karşımda, ne o kahve gözlü, çocuk neşesiyle, saçı başı dağınık, kendisinin peşinde koşturan Hilal vardı onun karşısında.
Benim karşımda artık, askeri kamuflajlar içinde, uzun boylu, kaslı, heybetli bir Alparslan komutan vardı. Gri gözlerinin rengi hep soba dumanından farksızdı, hala öyle. Değişmeyen tek şeyi gözleri olabilirdi. Eskiden daha koyuydu rengi, hatırlıyorum. Açık kahve saçlarının rengi koyulaşmıştı. Onun karşısında ise artık, askeri kamuflajlar içinde, kendisinden düşük rütbeli bir asker vardı.
Kader miydi bu? mukadderat mıydı? Tevafuk muydu? kamera şakası mıydı?
Bu çocuk, aman yani bu adam benim karşıma tam 12 yıl sonra ilk kez çıkmıştı. Ve ne tesadüf ki göreve geldiğim şehirde, askeriyede karşıma çıkmıştı.
''İnanmıyorum.'' diyen Alparslan, aman Alparslan komutan ile düşüncelerimden çıktım. Bana gülümseyerek bakıyordu. Hem de 12 yıl önce nasıl gülüyorsa, yine aynı şekilde gülüyordu. ''Alparslan...'' diyebildim şaşkınca.
Sonra birden beklemediğim bir şey yaptı. Koskoca askeriyenin önünde, askeridir, komutanıdır demeden bana sarıldı. Ben hazır ol da kalmış bir şekilde dururken onun kolları sıkıca beni sardı. Küçükken de çok sarılırdı lakin şimdi böyle... O zaman benden birkaç santim uzun, zayıf, kara kuru bir çocuktu. Genelde toprak kokardı. Dışarıda çok vakit geçirirdik biz. Şırnak çok sıcaktı ve biz hep dışarıda oyun oynadığımızdan kapkara olurduk. Şimdi ise, benden 20 santim bile uzun olabilirdi. Benim boyun 1.74'dü. Boyu en az 1.95 vardır. Zayıf ve ince kolları yoktu artık. Kaslı ve güçlü kolları vardı. Elim yavaşça sırtına dokundu. Eskiden dokununca kemikleri sayılırdı, şimdi ise kasları sayılıyordu. Omuzlar fazla genişti. Sırt kasları fazlaydı. Bu kadarına gerek var mıydı gerçekten? Ve kokusu... Artık toprak kokmuyordu. Tıraş losyonu geliyordu burnuma artık. Barut kokusu geliyordu, duman kokusu geliyordu.
Boyuma gelebilmek için eğilmişti biraz. ''İnanamıyorum ben gerçekten.'' dedi kulağıma doğru. O an gözlerim, Alparslan'ın yanında ki komutanlara kaydı. Biri Yavuz Komutan, diğeri Harun komutandı. Diğerini tanımıyordum. Rütbelerinin yüksek olduğunu ise, kamuflajlarında ki yıldızlardan anlıyordum. Hepsi şaşkındı. Sanırım bizim kara kuru Alparslan, askeriyede kök söktürüyordu. Yavuz komutan ise kaşları çatık bir şekilde bakıyordu.
YOU ARE READING
KANLI AY
Teen Fiction❝Şafakta başlayan aşklar, ancak kanlı ayda son bulurlar.❞ . . . 🌘