Selamlar, selamlar....
Uzun sürdü yine ayrılığımız fakat bölümü toparlamakta zorlandığım bir süreç içerisindeyim. Bölüm geciktirmekten hiç hoşnut değilim fakat arada yaşıyoruz böyle durumlar. Bölümün bir süre daha gecikeceğini kendimce tarttıktan sonra sizi de öylece boş bırakmak istemedim ve yeni bölümden bir alıntı bırakmak istedim buraya.
Anlayışla karşılamanız temennimle...
15. Bölümden....
''Ekipler helikopterle tepeden yoklayacaklar. Siz çevreye iyice bakındınız değil mi? Yaralı olmuş olabileceğini söylemiştiniz, belki de bir kayanın dibinde bilincini kaybetmiştir?'' Diyen generale karşı bir kez daha açıklama yaptı Yavuz.
''Ben, benim sorumluluğumda olan hiçbir askerimi ardımda bırakmam. Etraf kolaçan edildi. Daha arayacaktık fakat zaman geçiyordu ve biz Şanlı'dan hiçbir iz bulamıyorduk. Bu yüzden buraya gelip size haber vermeyi uygun bulduk.''
General'in yüzünde gergin bir ifade vardı. Bakışlarını oğlundan çekip kısaca yan taraftaki pencereden dışarıya bakındı. Zihnindeki her bir olasılığı gözden geçirdi. Derin bir nefes verdi ve saniyeler içerisinde oğluna döndü yeniden. ''Meskenlerin iyice temizlendiğine emin misiniz?''
''İnleri vardı. Büyük bir kısmı imha edildi fakat arada kaçanlarda olmuştur elbette ki.'' Diye yanıtladı önce ciddiyetle Yavuz. Daha sonra kaşları çatıldı. General'in de kaşları havalandığı süreçte gözlerini birbirlerinden ayırmadılar. Aynı şeyi düşündüklerinin farkına vardıklarında duruşunu daha da dikleştirdi Yavuz. Düşüncesini dile getirmek istemiyordu. ''Onlar tarafından kaçırılma ihtimalini elbette ki düşündük fakat kesin bir kanıt olmadığından emin olamadık.'' Babasına bakan gözlerini bir an olsun kırpmadı. ''Ama...''
''Ama?'' Dedi general devam etmesi için.
Derin bir nefes aldı. ''Ama Şanlı çantasını öylece ortada bırakıp gitmezdi. Bu yüzden bu ihtimalin değeri büyük.''
Bu ihtimalin gerçekleşmiş olabileceği düşüncesi dahi Yavuz'un sırtına bir bıçak darbesi indiriyordu. O bıçak ki sırtını delip geçiyor ve sol yanını, kalbini tarumar ediyordu.
Ellerini birbirine kenetleyip masanın üzerine doğru eğildi general. ''Yavuz...'' Dedi rütbeden çıktığını belli eden bir ses tonuyla. Yavuz'un gözleri pür dikkat babasına kesildi. Bu ses tonunu çok iyi biliyordu ve şimdi söyleyeceklerini duymak istemiyordu. ''Daha önce çok fazla yaşadığımız bir durum bu, şimdi gerçekleşmiş olması da olası bir durum.'' Birkaç saniye duraksadı. ''Temennimiz o yönde ki düşündüğümüz gibi olmasın. Fakat olduysa da bir an evvel harekete geçmek gerekir.''
''Komutanım izin verin timi toparlayıp ben gideyim aramaya. Benim sorumluluğumdaydı Şanlı, benimle birlikteyken geldi başına ne geldiyse. Arama izni verin, hemen yola çıkayım.'' Dedi bir kez daha. General'in ağzından çıkacak olan tek kelime dahi Yavuz'un geleceğini belirliyordu her zaman. Ya gençliğini ya çocukluğunu.
''Ne timi oğlum?'' Dedi general ellerini iki yana açarak. ''Tim mi kaldı? Biri görevde, diğeri hastanede, bir diğeri kayıp... Öldü mü kaldı mı bilmiyoruz. Ne timinden bahsediyorsun sen?''
Gözlerinin çevresi kızarmaya başladığında yavaşça kapatıp açtı iki gözünü de Yavuz. Babasının sözleri daima sarsıcı bir etki bırakıyordu bünyesinde. Yine öyle olmuştu. Yine bir demir olup vurmuştu Yavuz'un bükülmez bileğine. Yavuz güçlü bir adamdı. Bir tek babası onu yenebilirdi. Çünkü Behzat Özçelik manevi bir güçle çıkardı Yavuz'un karşısına daima.
''O zaman görevlendireceğiniz ekibin arasında olayım? Bende gideyim komutanım. Şanlı benim sorumluluğumda olan bir asker. İzin çıkmazsa-'' Diyecek olmuştu ki durdurdu general.
''Sakın,'' dedi uyarıcı bir tonla. ''Sakın o aklından geçeni icraata geçireyim deme, sakın. Mesleğini mi kaybetmek istiyorsun sen oğlum? Kafayı mı yedin?''
''Gerekirse mesleğimi kaybetmeye razıyım ben.'' Diyerek net bir cevap verdi hemen. ''Görevlendirilecek ekip de olmak istiyorum, gönüllüyüm işte. Ben gideyim.''
Başını sağa sola sallarken gözlerini başka yöne çevirdi general. ''Bakacağız...'' Diye mırıldandı bir yandan da.
Kısa bir sessizlik olunca gözlerini babasının koyu yeşile dönmüş gözlerine çevirdi. Tereddüt etti fakat bu tereddüdü saniyelikti. ''Ali Şanlı'ya... Babasına haber verecek miyiz?'' Diye sorarken sesi az öncekine binaen daha kısıktı artık.
Sustu general. Önce bir şey diyemedi. Elbette ki bunu da düşünmüştü fakat bir karara varamadan susturmuştu zihnindeki cengi. Ali Şanlı kızına kıymet verirdi. Her ne kadar sorumluluklarının fazlalığından ötürü ailesiyle pek ilgilenemese de ailesine, evlatlarına, özellikle de kızına verdiği kıymet pekiyi bilinirdi. Ve Ali Şanlı kızının başına ne geldiğini bilmeliydi. En azından olaya daha erken müdahale ederse belki durum en az zararla son bulurdu.
''Bilmiyorum...'' Diye mırıldandı. ''Hemen söylememek icap eder. Önce ekipler bakınsın, biz de geceye kadar bekleyelim. Eğer o kansızların yanındaysa haber gelecektir illaki. Boşuna götürmemiştir onlar Türk'ün evladını. Vardır yine isteyecekleri bir şey...''
O an Yavuz ile Behzat oldu ikisi de. Rütbeler tamamen ortadan kalktı. Mekan soyutlandı ve zaman tam on iki yıl öncesine gitti. Bir genç adamın annesi, bir adamın turandaki eşinin yüzü belirdi ikisinin de karşısında. Teklifler edildi, silahlar çekildi, kararlar verildi, bir vatan uğruna bir güneş battı. Bir daha doğmayacak olan bir güneş battı. Ve verilen kararlar, üç hayata mâl oldu.
Behzat Özçelik'in gözleri uzun zaman sonra ilk kez dalgalandı. Bir ağaç yaprağına yağmur damlası düştü. Behzat Özçelik'in gözleri doldu, doldu, doldu. Karşısında dimdik duran fakat bu dik duruşunun ardında kocaman bir enkaz olan oğlunun kızarmış gözlerine bakarken yavaşça yutkundu. Boğazına bir pençe indi o an. Ve canı acıdı. Canı çok acıdı. Bu yüzden de sağ gözünden tek bir damla gözyaşı usulca firar etti. Yıllarca kucağında koca bir cehennem taşıyan Behzat Özçelik'in canı çok acıdı, ama şimdi ağladı. İlk kez şimdi ağladı.
Çünkü yaşanmışlıklar unutulduğu sanıldığında toprağın altından çıkardı. Ve o vakit, canı yanan en çok da son sözü söyleyen olurdu. Hatırlamak acı vericiydi ve bu, Behzat ile Yavuz Özçelik için dünyanın en acı şeyiydi. Güçlü bir hafıza daima ağır bir cezaydı onlar için. İyi anıları iki güne unuturlardı da kötü anıları on iki yılda unutamazlardı.
''Olmayacak,'' dedi hemen Yavuz. Gözleri birkaç kez kapatıp açtı ve saniyeler önce kırpmamasından ötürü acıyan gözlerini yeniden babasının gözlerine dikti. ''Bu kez öyle olamayacak, bu kadar kolay vazgeçilmeyecek.'' Yüzünde geçmişin gölgesi belirdi. Genzini kan kokusu sızlattı. ''Bu kez bir emir üç hayata mâl olmayacak. Bu sefer bir emir hiçbir hayata mâl olmayacak.'' Başını kararlılıkla aşağı yukarı salladı. ''Bu kez yine kararlar alınacak ve emirler verilecek. Fakat canı yanan Türk olmayacak, bu kez Türk'ün canı yanmayacak. Kuyruk acısına düşecek olan onlar olacaklar.'' Duruşunu dikleştirdi. Yine binbaşı Yavuz oldu. ''İntikam alınacak.''
YOU ARE READING
KANLI AY
Teen Fiction❝Şafakta başlayan aşklar, ancak kanlı ayda son bulurlar.❞ . . . 🌘