DOKUZUNCU BÖLÜM

616 26 33
                                    

Şehvet denilen bağda bir akşam ayılan kız,
Her gün yeni bir kalbi sokan ruhu yılan kız!
Artık yeter, uğrunda akan göz yaşı dinsin!
Ey handesi bin ev yıkan, âfet sayılan kız...

Hüseyin Nihal Atsız


Bir sürünün üzerine atılacak kurt, onun sayısını düşünmez.

-İskender-


***


Küçükken oturduğumuz lojmandaki herkes herkesi tanırdı. Anneler arkadaş, babalar birbirini tanırdı, çocuklar ise birlikte parklarda oynayıp tanışırdı, kaynaşırdı. Ben de öyle içine kapanık, yabani bir çocuk değildim. Aksine herkesle hemen tanışıp arkadaş olmak isterdim. Lojmandaki neredeyse tüm çocukları tanırdım ve neredeyse çoğuyla da arkadaştım. Genel olarak annem herkesle arkadaş olmamamı söylese de pek umursamıyordum çünkü o zamanlar bu bana çok saçma geliyordu ve o çocuklarla arkadaş olmanın bana ne gibi bir zararı olacağını düşünmüyordum. Yalnızca Alparslan'a izin veriyorlardı, istediği gibi evimize girip çıkabilen tek çocuktu. Bende aynı şekilde onlara gidiyordum. İki ailenin de evleri aynı apartmanda, aynı katta, karşı karşıyaydı. Evin yedek anahtarlarını iki dairenin arasında kalan kalorifer peteğinin altında ki saksıların altına koyarlardı ve ne zaman birbirimize gidecek olsak, kapıyı çalmadan açıp girerdik; öyle de bir samimiyet vardı aramızda.

Annemler sürekli yalnızca Alparslan'la oynamamı söylerken, ben diğer çocuklarla da oynamak istiyordum çünkü bana ne zaman bir yasak konulsa, onu yapmayı severdim. Alparslan en yakın ve en iyi arkadaşımdı ve abimler yanımda olmadığından bana göz kulak olmak için abimlerden sıkı tembih almıştı. Birkaç kız ve bir erkek çocuğuyla çok yakın arkadaş olmuştum. Birlikte sürekli parka gider, lojmanın bahçesinde oradan oraya koşardık. Onlar bize gelirlerdi ama annem benim onlara gitmeme izin vermezdi. O zaman o çocuklarla öyle samimi olmuştum ki, Alparslan'ı umursamıyordum, yanına hiç gitmiyordum ve hiç aklıma da gelmiyordu. Herkes garipsiyordu. Evlerine zırt pırt giren ve sürekli Alparslan'ı sık boğaz eden kız, bir anda evlerine gelmemeye başlamıştı. Savaş amca babama sormuş, Nur yenge anneme sormuştu neden gidip gelmediğimi. 

Babam ve Savaş amca iki aydır sınır ötesi bir görevdeydi ve o akşam eve dönmüşlerdi. Babam döndüğünden annem çok mutluydu, ben çok mutluydum zira zaten abimler evde olmuyordu o sıralar, harp okulundalardı ve biz annemle ikimiz evde tek oluyorduk. Babam gelince önce yemek yemiş, ardından annemle salonda oturup çay içmişlerdi. Savaş amca da yeni görevden döndüğünden evindeydi ve dinleniyordu. O akşam zaten bütün gün dışarıda oyun oynadığımdan babamı gördükten sonra bayılıp uyumuştum.

Ertesi gün, babam ve Savaş amca uzun süredir bizimle vakit geçiremediklerini düşünmüş ve hamsi alıp, Savaş amcaların kış balkonunda yemek yiyeceğimizi söylemişti. Yine bütün günü lojmanın bahçesinde o çocuklarla oynayarak geçirmiştim. Hava buz gibi olmasına rağmen eve dönmemiştim. Alparslan o zamanlar okula gidiyordu ama ben gitmiyordum ve onun yokluğunun bile farkında olmadan sürekli oyun oynuyordum. 

O günün akşamında annemler eve çağırmışlardı, yine Alparslan'ı görmemiştim. Çocuklarla oyunumuzun en güzel yerinde çağırdıkları için annemlere çok sinir olduğumu hatırlıyorum, eve gidince ters ters bakmıştım hepsine. Annem bu ters bakışıma karşın hiçbir şey söylemeden salatalık malzeme kesmeye devam etmişti. Bu ters bakışlarımın farkında olan babam yanına çağırmış, dizine oturtmuş ve birbirine girmiş saçlarımı özenle örmüştü. Evet, o silah tutmaktan nasırlaşmış elleri ile özenle örmüştü saçlarımı. Terleyen sırtıma anneme bir şey söylemeden kırmızı bir tülbent koymuştu. 

KANLI AYWhere stories live. Discover now