SDAHT - 1. Bölüm - Gül

1.1K 84 28
                                    

---

Sebastian Szymanski'den

Müşterilerin dağılımıyla masaları öncekilerinden özensiz silmiştim. Ağzıma takılan şarkıyı boş katta cesurca söylerken içeri giren patron ile kısa paniğim sesimi kısmama neden olmuştu.

"Kapatıyoruz."

Kafede yankılanan güçlü sesle boş beynim duyduklarımı algılamaya çalışmış, boşluğuma gelmişti. Patron ise bu sıra hemen hazırlanıp dışarı çıkmıştı.

Koca kafenin işi birtek bana kalmıştı. Her gün oluyordu. Diğerleri erkenden izin alır. Sona ben kalırdım. Ama patronumuz merhametli bana onlardan daha fazla maaş veriyordu. Yani bunu diğerleri bilmiyordu ama bilmeseler de olurdu.

Patron telefonumu kasanın üstüne bırakmıştı. Kafede çalışırken aksama gibi nedenlerden dolayı telefon kullanmak yasaktı. Kafedeki loş ışığı kapatmıştım. Ceketimi giymiş kafeyi kapatmıştım.

Burası sahil önündeki bir kafeydi. Sahil gayet sakin -deniz açısından- ve hoş bir havası vardı. Hayliyle gelip gideni az olmuyor, gün içerisinde fazlasıyla yoruyordu insanı.

Sahilde şarkıyı son ses açıp dans eden bir adam görene kadar evet sakindi. Tanrım... Adam elindeki alkol şişesiyle sendeleyerek şarkı söylüyor, dans ediyordu. Acınası haldeydi. İnsan içinde, özellikle çocukların sık getirildiği bu ortamda neydi bu davranışlar böyle? Herkes özgürdü fakat topluluk yerlerde her şeyin bir sınırı vardı.

Her ne kadar zararsız görünse de kafası güzel insanın ne yapacağını kestiremezdi kimse. Bir anda sinirlenir, tepe tası atar, saldırır veya olduğu yerde saçma sapan hareketlerine devam ederdi.

Bunları bilmemek istesemde ne yazık ki biliyordum.

Ben böyle dikilip adamı izledikçe etrafta birkaç insanların bakışları bana dönmüş, ardından odağıma dönerek o adama neden baktığıma ilişkin kafalarında türlü türlü senaryo kuruyorlardı. Bunu anlamak zor değildi, yüz ifadeleri her şeyi açıklıyordu.

İşin kötü yanı adam tam da yolumun ortasında duruyordu ve benim evime giden tek yol oraydı. Yani ben sadece bu yolu biliyordum. Bir sarhoşun yanından geçmektense bir katilin yanından geçmeyi yeğlerdim. En azından katilin ne yapacağı direkt belliydi, daha güven veriyordu.

Çantamı daha sıkı kavrayarak sessizce yürümeye başladım, beni fark etmediği sürece sıkıntı yoktu. Zor bir durum olduğundan şiddete başvururdum tabii fakat bu yolları seven biri değildim. Sakin sakin gün geçirmek sıkıcı olsa da benim tercihim buydu. Düz bir yaşam, sessiz sedasız ne birileri bana karışsın ne de ben başkalarına karışayım.

Sarhoş adam sanki karşısında partner varmışçasına kollarını özenle kaldırmış -arada bir alkol etkisinden olsa gerek kolları aşağı düşüyordu- bir ileri iki geri, sağa sola salınarak arkadaki yüksek sesli hard rock müzikle aşırı uyumsuz bir dans içine girmişti.

Her ne derdi vardı bilmiyorum fakat kendisini böyle rezil etmeye değmezdi.

Yanına yaklaştıkça açık havaya rağmen burnunun yolunu bulan alkol kokusuyla yüzümü ekşitmiştim. Bu kokuya cidden katlanamıyordum, kaldı ki yaklaşınca fark edebildiğim yerdeki izmarit çöpleri ile göz devirmeme engel olamamıştım. Kendisine zarardı, ne diye bu kadar düşünüyorsam.

Arkasından geçmeyi başarmanın verdiği mutlulukla temiz havayı iyice içime çekmiş ve biraz daha yavaş olsam boğazıma yapışacak bu kokudan kurtulmuştum.

"Hey, sarı!"

Ağzını yayarak konuşmanın katladığı bozuk diksiyon sahibi bu adama dönüp bakmadım. Bir an önce gitmek için adımlarımı hızlandırdığımda kendi ayak seslerim dışında arkamdan gelen sesler ve yarım ağız edilen küfürler ile göz ucuyla geriye baktım, adam yalpalamayı umursamadan koşmaya çalışıyor, durmam için binbir türlü söylemler çıkıyordu ağzından.

Anayola çıkışa doğru ilerlerken -daha doğrusu alkollü adamdan kaçarken- arkamda duyduğum bağırışma sesleriyle meraktan durmuştum. Bir kadın, alkollü adamın kolundan tutmuş ona bağıra çağıra bir şeyler söylüyordu.

Kurtulmanın verdiği rahatlıkla sıkıntılı bir nefes bırakmış, yoluma devam ederken bu sefer ilerde, kolunda güllerle dolu bir sepet asılı kadın ve hemen karşısındaki simsiyah giyinimli bir adam dikkatimi çekmişti. Tam anayol ile sahil yolunun kesişim yerinde duruyorlardı. Adam; kadına bir şeyler söylüyor, kadın ise sepetinden tek tek güller çıkararak -tek tek çıkarmasının nedeni sayıyor olmasıydı büyük ihtimalle- adamın eline veriyordu. Nihayetinde işin içine para girdiğinde adam çıkardığı iki deste yüksek miktarda parayı kadının eline vermişti.

Hadi canım, o kadar gül o kadar para etmez. Zaten verdiğin o parayla kadın kendine ufak çaplı bir çiçekçi açar.

Hâlâ onları izlediğimi fark etmiş, rahatsız etmemek adına bakışlarımı üstlerinden çekeceğim sıra kadın birkaç şey demiş hemen peşine bakışları bana dönmüştü. Sanırım izlendiğini hissetmişti ve bundan rahatsız olmuştu.

Mahcup olmuş ifadem, bakışlarımı kaçırmakla kendini karşı tarafa belli ederken yere diktiğim gözlerimle yanlarından geçip gidecekken tutulan kolum ve elime sıkıştırılan birkaç güle bakakaldım.

Siyah giyinimli adam, elime tutuşturduğu güller ile ortadan hızla kaybolurken çiçekçi kadın imalı bir ifadeyle beni süzmüş, ardından onaylamaz mırıltılar çıkararak yoluna gitmişti.

Az önce ne olmuştu öyle?

---

Sayfalardaki Dargın Anılar Hasretle TutuşmuşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin