SDAHT - 15. Bölüm - Pencere

253 55 29
                                    

Bi günde 2 bölüm attım 14'ü okudunuz mu diye kontrol edin

Bu kitabın sonu hayrı alâmet değil benden size demesi

Bu kitabı yazana da gıcık oldum oğlum çocuğun yüzünü bir güldürmüyor, Arda da barışmadı daha ya ne zaman barışacaklar off

Bu arada karım angst sevmiyormuş, size tahmin edebileceğiniz gereksiz bir spoi olsun bu da

---

Sebastian Szymanski'den

"Güvenlik kameraları çalışmadığı için hâlâ baskın yapan çete hâlindeki insanların kimler olduğu bilinmiyor-"

Siyaha bürünen ekranla başımı geriye atıp elindeki kumandayı koltuğa bırakan Edin'e baktığımda aynı şekil onun da bakışları beni bulmuştu. Ne oldu dercesine kaç göz işareti yaptığında hiç dercesine omuz silkip derin bir iç geçirdim.

"Çatıya atlama fikrini hangi salak vermişti sana?" dedi alçılı sağ kolumu işaret ederken. "Ferdi ile uğraşıp durma." Sırıtıp oturduğu koltuktan ayağa kalkmış, atıştırmalık bir şeyler hazırlayacağını söyleyerek odadan çıkmıştı. Kolumdan dolayı kendi işlerimi halledemiyordum, bundan dolayı Edin 1 haftadır neredeyse her akşam Arda'dan bir yolunu bulup sıyrılarak bana geliyor, sabah ve gün içinde yiyebileceğim bir şeyler hazırlıyordu.

Evet, kolum kırılmıştı. Sadece kırılmak da değil. Dirseğimden itibaren çıkmıştı da. Karşı çatıya atlamam inanılmaz derece de başarılı gerçekleşse de kolumun üzerine sert düşüşüm o an sıcağı sıcağına anlamadığım birtakım sakatlıklar bırakmıştı ama bunlar çok önemli değildi. Oradaki dengemi de zor sağlamışken bunları düşünmemiş, üstüne bir de arka taraflara saklanmak zorunda kalışım olan acıyı da hatırlatmamıştı.

Ben saklandıktan saniyeler sonra adamlar terasa çıkmış olacak ki Ferdi'ye hitaben kurdukları cümleleri net bir şekilde duymuştum. Onu olabildiğince tehdit etmişlerdi. Kafenin içinde telefonla konuşan adamın sesi vardı özellikle, beni aradıklarını da kendi ağızlarıyla söylemişlerdi lakin Ferdi'nin kimin için çalıştıklarına dair alttan alttan soruşlarına kanmamışlardı. Şükür ki sadece Ferdi'yi hırpalayıp gitmişlerdi.

Benimse o çatıdan nasıl indiğimi soracak olursanız... Onlar gidince terasa tekrar geri atlamıştım. Bu seferki yere çakılışım ise hiç hayrı alâmet olmamıştı. Sağ kolumun üzerine feci kötü düşmüş, içerde patlamış hissi veren damarlarım öldürecek derecede canımı yakmıştı. O an kırmıştım kolumu, çıkarmıştım dirseğimi.

Ve tüm bunlardan sonra ertesi günün sabahında güvenlik açısından(?) kafeden kovulmuştum. Tanrım, şimdi yeni işi nereden bulacaktım? Üstelik tam da kira zamanı yaklaşıyorken... Olacak iş miydi bu şimdi? Paraya ihtiyacım olmasından nefret ediyorum.

Oda da gergin atmosfer oluşturan sessizliği bozmak adına kumandayı uzanıp almış, televizyonu açmıştım. Zaten haber kanalında kalan televizyonla daha fazla oynamayıp sadece sesini açmakla yetindim.

Klasik haberler vardı. Araba kazası, kavgalar falan... Beni ilgilendiren hiçbir şey yoktu.

"Seb, bahsettiğin bıçak bu mu?" Edin, elinde bir bıçakla odaya girdiğinde kısaca bakmış, onu onaylamıştım. Yatağın altından çıkan bıçağı tutuyordu elinde. "Neden hâlâ saklıyorsun?"

"Bilmiyorum. Unutmuşum sanırım. Giderken atarsın sen sokak çöpüne." Kısaca tamam diyerek tekrardan odadan çıkmıştı.

Şöyle bir düşününce, ben tam olarak ne yaşıyordum? Evimi bilen insanlar neden çalıştığım yeri basıyordu? Ben evdeyken ellerini kollarını sallayarak beni bulup amaçlarına ulaşamıyorlar mıydı? Evime girmişlerdi, tekrar girerlerdi. İş yerinde beni bulamayıp şu an buraya neden baskın yapmıyorlardı? Kiradan dolayı aptal gibi ev değişemiyordum ki benim aptallığım bir kenara dursun, bu beni arayan insanlar gerizekalıydı. Ben olsam çoktan burayı basmış yakalamıştım.

Boynuma asılı ipin alçıdan biraz kaymış olduğunu görünce düzelttim, bacaklarımı koltuğun üzerine çıkarıp sırtımı kol koyma yerlerine yasladım. Bugünlerde yorgun hissediyorum, nedenini bilmiyorum ama 1 haftadır evde yatıp durmak tembelleştirmişti bedenimi diye yorumluyorum. Zor da olsa sırtımdaki yastığı düzelttim, son dakika haberi başlığı veren televizyona döndüm.

Ekranda gördüğüm surat kanımı son damlasına kadar çekerken kasılan bedenim bacaklarımda damar damarın üstüne binmesini yaşatmadan acısını uyguluyordu. Yerinden fırlayacakmış gibi açılan gözlerimi kısarak ekrandaki yazıya odaklandığımda bir parti olduğu gibisinden saçmalıklar yazıyordu. Magazin kanalı mı bu?

Ekrandan silinmeyen yüzün mavi gözleri, sanki 4. duvarı delip benim varlığımı fark etmiş gibi bakıyordu kameralara. Eskisinden daha da yoğun bakıyordu bu maviler, aklından geçenleri yansıtmak için canı çıkarcasına bağırıyordu. Yada sadece ben deliriyordum.

Evet kesinlikle ben deliriyordum.

Televizyonun hemen arkasında bulunan pencerede beliren beden ile oturuşum anından düzelip dikleşirken penceredeki şeyin daha doğrusu kişinin kim olup olmadığını anlamak için büyük bir çaba sarf ettim. Anlaşılmıyordu, odanın lambasının vurduğu yüz resmen sır gibi saklanır şekilde kapkaranlık bir gölgeydi.

Başı hareket etmeye başladı, ortaya bir yüz çıktı. Bembeyaz yüzü yara bere içinde kanlarla kaplı bir kadın yüzüydü. Kırılmış sarı dişlerini göstererek gülüyor, siyah gözlerinin beyazı kan çanağına dönmüş bir şekilde olmasına rağmen yerinden fırlayacakmış gibi sonuna kadar açılmıştı. Aşağı sarkan burnu ve yarı kelleşmiş saçlarının verdiği uyumsuzluk sarkan yanaklarına ek malzemeydi. İpipince damarları görünen boynu dişlerini sıktığında daha da belirginleşiyordu.

Başını sağa sola kıtlatma hareketleri yaptı, bir elini yan şekilde boynunun önünden geçirerek kesme işareti yaptığında istemsizce yutkundum, ayağa kalktım.

Bu gördüğüm gerçek miydi?

"Seb, niye ayaktasın?"

Edin, elindeki tepsiyle içeri teşrif ettiğinde bir anlığına ona kayan gözlerim vakit kaybetmeden pencereyi tekrar bulmuştu. "Pencere de biri var Edin!" demiştim sol kolumun eliyle pencereyi işaret ederken fakat kimse yoktu. Gitmiş miydi?

"Kimse yok?" dedi gösterdiğim yere bakarken. "Vardı... Sen gelince kaçtı." Elindeki tepsiyi koltuğa bırakıp gösterdiğim pencereye gitti. İlk camın izin verdiği görüş açısına baktı ardından da pencereyi açıp eğilerek uzunca taradı etrafı.

"Kimse yok." Pencereyi kapatırken bir anda beliren çığlık sesi ile yerimde sıçradım. İvedi ivedi pencereyi kapatan Edin, sesin nerden geldiğini anlamaya çalışır gibi sessiz olmamı işaret ediyordu. Bir iki dakika bekledikten sonra aynısı tekrarlanmayınca çözümü televizyonu kapatmakta bulduk. Televizyondan gelmediği kesin bir çığlıktı, böyle anca kendimizi kandıracaktık.

---

Neden yazdım bilmiyorum bu bölümü

Yazım hatalarına bakmıyom yine üşendim valla..

İyi gecelerrr

Sayfalardaki Dargın Anılar Hasretle TutuşmuşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin