Changbin cebinden telefonu çıkarırken bir yandanda Bang Chan'a yaklaşıyordu. O sırada başımı Minho'ya çevirdim. Beni izliyordu. Üzgün mü?, Mutlu mu?Hic belli değildi. Benim ne suçum vardı? Ben ne yapmıştım? Babamın cezasını neden ben çekiyordum?
Bakışlarımı tekrar Bang Chan'a çevirdim. O ise telefondan babamın numarısına tıkadı ve hopörlöre aldı. Duymak istemiyordum söyleyeceklerini. Beni sevmediğini söylemesini bir daha duymak istemiyordum. Beni ölüme terk etmesini istemiyordum...
Telefon bir kaç kez çaldıktan sonra açıldı ve karşıdan o ses duyuldu.
''Alo''
''Merhaba Han ''
''Bay Christopher Bang?''
''Ahh beni hatırlamana sevindim Han. Seni ne hakkında aradığımı tahmin edebiliyorsundur.''
''Bay Bang üzgünüm. En kısa sürede borcumu ödemeye çalışacağım. Lütfen biraz daha zaman tanı bana.''
''Sana verdiğim süre doldu Han. Ve bil bakalım yanımda kim var''
Hayır hayır hayır hazır degilim duyacaklarıma hazır değilim...
''Biricik oğlun Han Jisung.''
''Ne onun ne işi var orda?''
''Şimdi seninle anlaşma yapacağız Bay Han. Sen bana yarın akşama kadar paramı getirmezsen, bum... Oğlun sonsuz uykuya dalacak.''
Şuan kulaklarımı kaybetmek istiyordum duymamak için.
Telefondan gülme sesleri geliyordu...
''Şaka mı? Cidden beni o piçlemi tehtit ediyorsun? Gebert onu. Bu bana ceza değil hediye olur. Benim kaç yıldır yapamadığımı yapmış olursun.''
Gözlerimi yumdum ve gözümden birkaç damalanın akmasına izin verdim. Şuan gerçekten ölmek istiyordum. Benden neden bu kadar nefret ediyordu? Benden gerçekten ölüme terk edecek kadar nefretmi ediyordu? Artık hiç birşey görmek veya duymak istemiyordum.
''Nasıl yani? Oğlunu öldürmemi mi istiyorsun?''
''Aynen öyle. Bu bana verebileceğin en güzel hediye. Hatta şöyle bir anlaşma yapalım. Yarın ben sana paranın 3 katını getireceğim ve sende gözlerimin önünde öldüreceksin o piçi.''
Hayır hayır hayır hayır hayır HAYIR! Gerçek olamaz. Bir baba öz çocuğuna nasıl bu kadar nefret edebilir? Ya ben onun öz çocuğuyum ya öz...
''Hmm peki anlaştık yarın akşam saat sekizde atıcağım konumda ol. Kendi başına.''
''Tamamdır.''
''Ha bu arada Jisung babana söylemek istediğin birşey var mı?''
Gözlerimi açtım. Kalbim yerimden çıkacak gibi atıyordu. Sormak istiyordum. Beni neden sevmedin? Neden sevmiyorsun? Neden benden ölüme terk edecek kadar nefret ediyorsun? Neden ya neden? Bir mantıklı sebebi olması lazım...
Başımı kaldırdım ve konuşmaya çalıştım.
''Baba...Neden?''
''Senden nefret ediyorum Jisung. Adam benim senelerdir yapamadığım şeyi yapıyor işte. Sen ölmeyi hak ediyorsun. Keşke doğmasaydın. Senin ölümünü zevkle izleyeceğim oğlum. Seninle geçirdiğim ilk ve son keyifli zaman olacak. Sen gidince hiç birşey değişmiycek biliyormusun her zaman yaptığımız şeyleri yapacağız. Sen gereksizsin. Umarım anlatabilmişimdir. Yarın hayatımın en güzel günü olacak...''
Bütün kelimeler o kadar ağırdıki. Artık duyamıyor, haraket edemiyor,konuşamıyordum.
Ben zaten artık ölmüştüm...
Onun kelimeleri bir silahtı. Ve beni o silahıyla başımdan vurmuştu...
''Yarın saat sekiz de.''
Bang Chan telefonu kapattığında gözlerini benden ayırmadan konuştu.
''Sanada yarın akşama kadar ölümünü beklemek kalıyor...Yürüyün.''
Jeongin, Changbin ve Bang Chan odadan çıkarken Minho bana doğru yaklaşıyordu. Ben ise herkesin odadan çıkmasını bekliyordum. Çünkü yarın akşama kadar hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum... Arkama geçti ve kelepçeyi çözdü. Doğruldu ve kapıya doğru ilerledi. Çıkmadan önce bana baktı ve kapıyı kapattı.
Odada kendim kaldıktan sonra artık göz yaşlarımı serbest bıraktım. Yavaş yavaş ayağa kalktım ve duvara doğru ilerledim. Köşeye gidip yavaşça yere oturdum. Dizlerimi kendime doğru çektim ve basımı duvara yasladım.
O andan sonra hıckıra hıçkıra ağlamaya başladım. Bir yandanda kendi kendime konuşuyirdum.
''Bu bana verebileceğin en güzel hediye...Gebert onu... sen ölmeyi hak ediyorsun...Senin ölümünü zevkle izleyeceğim oğlum... Senınle geçirdiğim ilk ve son keyifli zaman olacak...Sen gereksizsin...Yarın hayatımi en güzel günü olacak...''
Yazar'ın anlatımıyla
Jisung sinir krizi geçirmeye başlamıştı... Oturduğu yerden kalktı ağlarken birden gülmeye başladı.
''Ben ölmeyi hak ediyorum.''
Kahkahalarının arasında söylemişti bunları. Duvara doğru yaklaştı ve duvarı yumruklamaya başladı.
''Duydunuz mu beni?! Ben ölmeyi hak ediyorum! Herkes duysun beni. Ben gereksiz ve önemsiz birisiyim!''
Arkasını döndü. Sandalyeyi havaya kaldırdı ve duvara doğru fırlattı.
''BEN ÖLMEYİ HAK EDİYORUM!''
Kırılan sandalyeyi yerden alarak bir daha fırlattı. Tam o sırada kapının önünde nöbet tutan Minho içeri girdi. Gördüğü manzaraya şaşırmıştı. Jisung'a doğru yaklaşmaya başladı. Jisung ise hâlâ bağırıp duruyordu.
''BEN ÖLMEYİ HAK EDİYORUM! BUNU HERKES DUYSUN! BEN GEREKSİZ BİRİSİYİM! HERKES BENİM ÖLÜMÜMÜ ZEVKLE İZLEYECEK!''
Minho Jisung'un kollarından tuttu ve kendisine çevirdi. Nefes nefeseydi oğlan.
''Bırak beni! Sende benim ölümümü zevkle izle! Çünkü ben ölmeyi hak ediyorum!''
...
Bu bölüm çok hüzünlü oldu yaa.
Şuan Jis'in babasını dövesim var.
Neyse umarım beğenirsiniz.
Öpüldünüzz<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yüzme Öğretmeni/Minsung
أدب الهواة''Sen kimsin ve beni neden buraya getirdin?'' Bir fısıltı gibi çıkmıştı ağzımdan kelimeler ama eli kapının kulbunda olan Minho'yu durdurmaya yetmişti. Bana dönmeden konuştu. ''Belki hayatında son kez göreceğin biri belkide celladın...''